• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/
  • https://twitter.com/

PALAOĞLU DOĞAL YAYLA BALI KUŞBURNU REÇELİ DUT PEKMEZİ
Ağzınızdan güzel söz ve sofranızdan ise Palaoğlu Doğal yayla balımız eksik olmasın.
DURANOĞULLARI
Her zaman en uygun fiyat ve en kaliteli ürün politikasıyla DURANOĞULLARI LTD ŞTİ hizmetinizde.
Yonetici Girisi

Gümüşhane Gezi Rehberi

GOOGLE YENİKÖY/ULUKALE
      
Hava Durumu
Site Haritası
Takvim

Miraç kandiliniz kutlu olsun.

Kulu Muhammed'i bir gece Mescid-i Haram'dan (Kâbe'den) yola çıkararak kendisine bazı mucizelerimizi gösterelim diye çevresini kutsal kıldığımız Mescid-i Aksa'ya (Kudüs'e) ulaştıran Allah her türlü noksanlıktan uzaktır. O her şeyi işiten ve görendir.(İsra-1)

 

Ayetin tefsiri:

Kulu Muhammedi... bir gece yola çıkaran... Allah her türlü noksanlıktan münezzehtir” Buradaki subhane kelimesi, tesbih kelimesinin kök ismidir ve tenzih anlamını taşır. Muzaf (tamamlanan) olarak kullanılır. Fiilinin yerini tutan bir mutlak mefuldur. Subhanallah'ı tamamlamasının taktiri şekli sebbehtullahe tesbihen şeklindedir. Yani Allah'ı şanına yakışmayan her nitelikten tenzih ederim. Çoğunlukla hayret ifade etmek üzere kullanılır. Fakat buradaki ayetlerin akışına uygun düşen anlam tenzihtir. Çünkü vurgulanmak istenen odur. Gerçi bazı tefsirciler kelimenin hayret anlamı taşıdığı konusunda ısrar etmişlerdir. Ayette geçen "esra" fiilinin kökü olan "isra" geceleyin yürümek demektir... Seyi kelimesi ise ya sadece gündüz yürümek veya hem gündüz hem gece yürümek anlamında kullanılır. Yine ayette geçen "Leylan" kelimesi mefulün fihtir. Bu yürüyüşün geceleyin olup bittiğini, yani o gece tan yeri ağarmadan önce gidişin ve dönüşün tamamlandığını ifade eder. " "Mescid-i Aksa'ya" ifadesi, "çevresini kutsal kıldığımız" karinesinden anlaşıldığı üzere Beyt-ül Mukaddes demektir. İfadede yer alan Aksa'nın kökü olan kusy kelimesi uzaklık anlamına gelir. Bu mescide Mescid-i Aksa (en uzaktaki mescid) adının verilmesi, bu ayetin indiği sırada Mescid-i Haram'ın bulunduğu Mekke şehrinde oturan peygamberimizle yanındakilere en uzak mescit olması sebebi iledir. "Bazı mucizelerimizi gösterelim diye" ifadesi, geceleyin yola çıkarılmanın amacını bildiriyor. Bu amaç –ibaredeki min edatından anlaşılacağı üzere- bazı ilahi mucizelerin gösterilmesidir. Ayetin içeriği yüce Allah'ın peygamberimize gösterdiği mucizelerin büyük mucizeler olduğuna delalet ediyor. Nitekim Miraç olayının anlatıldığı başka bir ayet "O gerçekten Rabbinin bazı büyük ayetlerini gördü" (Necm, 18) buyurularak bu mucizelerin büyüklüğünü açıkça vurgulanmıştır. "O her şeyi işiten ve görendir" ifadesi, yüce Allah'ın niçin peygamberimize mucizelerini göstermek için onu geceleyin yola çıkardığını açıklıyor. Yani Allah kullarının sözlerini işiten ve davranışlarını görendir. Nitekim kulu Muhammed'in işittiği sözlerinden ve gördüğü halinde ona böyle bir ikramda bulunmanın gerektiği sonucuna vararak ona bir gece yolculuğu sonunda bazı büyük mucizelerini göstermiştir. Ayetin "Çevresini kutsal kıldığımız" ve "kendisine bazı mucizelerimizi gösterelim diye" bölümlerinde üçüncü tekil şahıstan birinci çoğul geçiliyor, sonra yine birinci tekil şahsa dönüyor. Bunun hikmeti, gece yola çıkarma ile onu izleyen mucize gösteriminin ululuk, yücelik, üstünlük ve ceberut makamından çıktığına, bundan büyük egemenliğin etkili olduğuna, yüce Allah'ın büyük olağan üstülükleri ile peygamberimize tecelli ettiğine işaret etektedir. Eğer üçüncü tekil şahıs zamiri ile "ona bazı mucizeleri göstersin diye" denseydi veya başka bir ifade tarzı kullanılsaydı bu incelik, bu espri ortamdan kalkardı. Ayetin anlamı şudur: Yüceliği, ululuğu, üstün gücü ve egemenliği ile tenzih edilmesi gereken yüce Allah, kulu Muhammedi bir gece yarısı Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksaya doğru yola çıkardı. Mescid-i Aksa, onun çevresini kutsal kıldığı Beyt'ul Mukaddestir. Onu yola çıkarmasının amacı yüceliği ve ululuğu ile ona büyük mucizelerini göstermekti. Bunu yapmasının sebebi işitici ve görücü olması sebebi ile peygamberin sözlerini işittiği ve halini gördüğü için onun böylesine onurlu bir bağışa layık olduğunu kararlaştırmasıdır.

RİVAYETLER DIŞINDA İNCELEME

Kummi tefsiri sahibinin babasından, onun İbn-i Ebu Umeyi'den, onun Hişam b. Salim'den naklettiğine göre İmam Sadık şöyle dedi: Cebrail, Mikail, İsrafil, Burak ile birlikte peygamberimizin yanına geldiler. Biri hayvanın yularını, öbürü özengisini tuttu ve üçüncü de peygamberimize yolculuk sırasındaki elbiseyi giydirdi. O sırada Burak alçalınca Cebrail onu tekmeleyerek "Ey Burak, rahat dur, ondan önce sırtına bir peygamber binmedi ve ondan sonra onun gibi biri sırtına binmeyecek" dedi. Tekmeden sonra durulan Burak peygamberimizi biraz yukarı kaldırdı. Beraberinde ona gökteki ve yerdeki mucizeleri göstermek üzere Cebrail vardı. Yolda giderken sağ yanımdan biri "Ya Muhammed" diye seslendi. Kendisine cevap vermedim., tarafına da bakmadım. Sonra sol yanımdan biri "Ya Muhammed" diye seslendi. Ona da cevap vermedim ve dönüp tarafına bakmadım. Sonra karşıma kolları açık ve dünyanın bütün ziynetleri ile süslenmiş bir kadın çıktı ve "Ya Muhammed", bana bak seninle konuşayım" dedi. Ona da dönüp bakmadım. Yola devam ettim. Arkasından beni korkutan bir ses işittim. Yine yoluma devam ettim. Bir süre sonra Cebrail beni Burak'tan indirdi ve "Namazı kıl" dedi. Bende kıldım. Arkasından "Nerede namaz kıldığını biliyor musun? dedi. " Hayır, bilmiyorum dedim." "Beyt-ul Haram'da kıldın. Beytullahm, Meryem oğlu İsa'nın doğum yeri olan Beyt-ul Mukaddes'e yakın bir beldedir" dedi. Arkasından Burak'a bindin ve yola devam etti. Sonunda Beyt-ul Mukaddes'e vardık. Burak'ı, peygamberlerin binek hayvanlarını bağladıkları halkaya bağladım ve yanımda Cebrail olduğu halde Mescide girdim. Çok sayıda peygamber topluluğu arasında İbrahim, Musa ve İsa peygamberle karşılaştık. Hepsi etrafımda toplandı. Namaza kalkıldı. Cebrail'in önümüze geçeceğinden şüphe etmiyordum. Fakat peygamberler saf bağlayınca Cebrail beni kolumdan tutup öne geçirdi ve onlara İmam oldum. Bunu övünmek için söylemiyorum. Sonra Hazin bana üç kap getirdi. Birinde süt, birinde su ve üçüncüsünde içki vardı. Bu sırada "Eğer suyu alırsa kendisi ve ümmeti suda boğulur. Eğer içkiyi alırsa kendisi ve ümmeti yoldan çıkar. Eğer sütü alırsa kendisi ve ümmeti doğru yolu bulur" diyen bir ses işittim. Ben süt dolu kabı aldım ve birazını içtim. Bunun üzerine Cebrail "Sen ve ümmetin doğru yolu bulacaksınız"dedi. Cebrail "Yolculuğun boyunca ne gördün? dedi. "Sağ yanımdan biri bana seslendi" dedim. Peki cevap verdin mi? dedi. "Hayır, tarafına bile dönüp bakmadım" dedim. Cebrail "O Yahudiliğin çağrı görevlisi idi. Eğer ona cevap verseydin ümmetin senden sonra Yahudi olurdu. Başka ne gördün dedi. Sağ yanımdan biri seslendi dedim. Cevap verdin mi? dedi. "Hayır, dönüp tarafına bile bakmadım" dedi. Cebrail: "O Hıristiyanlığın çağrı görevlisi idi eğer ona cevap verseydin ümmetin senden sonra Hıristiyan olurdu" dedi. Arkasından ne çıktı? dedi. "Kolları çıplak ve dünyanın bütün ziynetleri ile süslenmiş bir kadınla karşılaştım. Bana ey Muhammed, bana bak seninle konuşayım dedi. "onunla konuştun mu? dedi. "Hayır, onunla ne konuştum ve ne tarafına baktım dedim." "O dünya idi, eğer onunla konuşsaydın ümmetin dünyayı ahiretine tercih edecekti."dedi. Sonra beni korkutan bir ses işittim. Cebrail "Ya Muhammed sesi işittin mi? dedi. "Evet" dedim. O Cehennemin ağzında yetmiş yıl önce aşağıya attığım bir taştı. Bu ses o taşın cehennemin dibine indiği andaki sesti" dedi. Sahabiler "peygamberimiz ölünceye kadar hiç gülmedi" dediler. Cebrail ile birlikte dünya göğüne çıktık. Kapıda adı İsmail olan ve Allah'ın haklarında "Ancak meleklerin konuşmalarından bir söz kapan olursa onu delip geçen bir parlak ışın takip eder "(Saffat, 10) buyurduğu koruyucu meleklerin başı olan bir melek vardı. Emrinde yetmiş bin melek ve o meleklerin her birinin emrinde de yetmiş bin melek vardı. O meleklerin başı "Ey Cebrail, yanındaki kimdir? dedi. Cebrail "Allah'ın Resulü Muhammed" dedi. Koruyucu meleklerin başı "Peki, o görevlendirildi mi? dedi. Cebrail "Evet" dedi. Bunun üzerine kapıyı açtı. Kendisine selam verdim, selamımı aldı. Onun için af diledim, o da benim için af diledi. Arkasından "Salih kula ve salih peygambere merhaba"dedi. Arkasından meleklerin karşılaması ile dünya göğüne girdim. Her melek beni güler yüzle ve sevinçle karşıladı. Fakat sonunda beni öyle bir melek karşıladı ki, onun gibi iri gövdeli bir yaratık hiç görmemiştim. Kötü görünümlü ve bariz öfkeli idi. Bana daha öncekilerin söyledikleri duaları söyledi. Ama hiç gülümsemedi ve diğer meleklerde gördüğüm sevinç onun yüzünde yoktu. "Ey Cebrail, bu kimdir, ben ondan korktum" dedim. Cebrail bana şu cevabı verdi; Ondan korkulması normaldir. Hepimiz ondan korkarız. O cehennemin güvenlik görevlisi Malik'dir. Hiç gülmemiştir, Allah'ın onu cehennem görevlisi yapmasından beri her geçen gün Allah'ın düşmanlarına ve günahkarlara karşı duyduğu öfke ve kin artıyor. Allah'ta onlardan onun aracılığı ile intikam alacak. Eğer senden önce birine gülümsemiş olsa idi veya senden sonra gülümseyeceği biri olacak olsa mutlaka sana gülümserdi" Ona selam verdim. Selamımı aldı ve beni cennetle müjdeledi. Yüce Allah'ın "O arada sayılan ve güvenilen biridir" (Tekvir, 21) diye nitelendirdiği yerde duran Cebrail'e "Ona söyler misin bana cehennemi göstersin?" dedim. Cebrail de "Ey Malik, Muhammed'e cehennemi göster" dedi. Bunun üzerine Malik cehenneme perdesini kaldırdı ve kapılarından birini açtı. O kapıdan göğe yükselen bir alev dalgası çıktı. Ateş dalgası, kaynayıp yukarıya çıktı. Öyle ki, beni de yutacak sandım. Cebrail, "Ey Cebrail, söyle ona perdesini indirsin" dedim. Cebrail verdiği emir üzerine Malik, ateş dalgasına geri dön" dedi. O da çıktığı yere döndü. Bir süre ilerledikten sonra insan kılıklı bir erkek gördüm. "Ey Cebrail, bu kimdir?" dedim. "Atan Adem'dir" dedi. O sırada Cebrail beni ona takdim etti ve o da "Temiz bedenden çıkan temiz ruh ve güzel koku" dedi. Peygamberimiz sözlerinin burasında Mutaffifin suresinin "Hayır, andolsun iyilerin amel defteri illiyundadır" ayetinden itibaren sonuna kadar okudu. Atam Adem'e selam verdim, selamımı aldı. Kendisi için af diledim o da benim için af diledikten sonra "Salih oğula, salih bir zamanda gönderilen salih peygambere merhaba" dedi. Sonra bu topluluk karşısında oturan bir melekle karşılaştım. Bütün dünya dizleri önünde idi. Elinde nurdan bir levha vardı. O da o levhaya bakıyordu. Levhadan bir yazı vardı, ona bakıyordu. Ne sağına ne soluna bakıyordu. Üzgün bir görünümle levhadaki yazıyı inceliyordu. "Ey Cebrail, bu kimdir?" dedim. "ölüm meleğidir, devamlı can almakla meşguldür" dedi. "Beni onun yakınına götür de onunla konuşayım"dedim. Beni yakınına götürdü. Ona selam verdim. Cebrail ona "Bu, Allah'ın kullara gönderdiği rahmet peygamberi Muhammed'dir" dedi. Bana merhaba dedi ve beni selamladı ve "Ey Muhammed, hayrı bütünü ile senin ümmetinde görüyorum"dedi: "Kullarına karşı nimet sahibi olan bağışlayıcı Allah'a hamd olsun, bu Rabbimizin bana yönelik bağışından ve rahmetindendir" dedim. Cebrail "o en ağır işi olan melektir"dedi. Azrail'e "Bütün ölmüşlerin ve bundan sonra öleceklerin canını sen mi alıyorsun? dedim. "Evet" dedi. "Onları oldukları yerlerde görüyor, kendin gözetliyor musun?" dedi. "Evet. Allah dünyayı öyle emrime verdi, o kadar denetimim altına koydu ki, dünyanın bütünü benim için bir adamın elindeki, istediği gibi altını üstüne çevirdiği bir madeni para gibidir. Dünyadaki her evde günde beş kez arama yaparım. Ölülerine ağlayan evlerin halkına şöyle derim: Ona ağlamayın. Size defalarca döneceğim. Sonunda hiç biriniz kalmayacak"dedi. Peygamberimiz "Ey Cebrail, ölüm yeteri derecede büyük olaydır"dedi. Cebrail "Ölümden sonra ölümden birkaç kat daha büyük bir olaydır"dedi. Sonra yola devam ederek önünde temiz ve pis et kapları olan bir topluluk gördüm. Adamlar temiz etleri bırakıp pis etleri yiyorlar. "Ey Cebrail, bunlar kimdir?" dedim. "Bunlar senin ümmetinden helali bırakıp haram yiyenlerdir, ey Muhammed" dedi. Sonra bir melek gördüm ki, Allah onu şaşırtıcı bir görünüm vermişti. Vücudunun yarısı ateş ve öbür yarısı kardan oluşuyordu. Fakat ne ateş karı eritiyor ve ne kar ateşi söndürüyordu ve melek yüksek sesle "Bu ateşin ısısını karı eritmekten ve bu karın soğukluğunu bu ateşin sıcaklığını söndürmekten alı koyan Allah noksanlıklardan münezzehtir. Ya Allah, ey karla ateşi uyum halinde tutan Allah, mümin kullarının kalpleri arasında ülfet koy" bağırıyordu. "Ey Cebrail, bu kimdir?" dedim. "Bu Allah'ın göğün dolaylarında ve yer katlarının çevrelerinde görevlendirdiği bir melektir. Bu melek, yeryüzündeki mümin kulların iyiliğini en çok isteyen melektir. Yaratıldığından beri onların için işittiğin duayı yapıyor"dedi. Ayrıca gökte seslenen iki melek gördüm. Biri "Ey Allah, bütün hayır severlere bir halef nasip eyle"derken öbürü "Allah'ım bütün cimrilere yokluk ver"diyordu. Yola devam ettim ve deve dudakları gibi dudakları olan bir toplulukla karşılaştım. Adamlar vücutlarının yanlarındaki etleri koparıp ağızlarına atıyorlardı. "Ey Cebrail, kim bunlar?"dedi. "Bunlar dedikoducular ve insanlarla alay edenlerdir"dedi. Yola devam ettim ve başlarına taşla vuran bir topluluk gördüm. "Ey Cebrail, kim bunlar?"dedim. "Bunlar yatsı namazını kılmadan yatanlardır"dedi. Yola devam ettim ve bir toplulukla karşılaştım. Ağızlarına ateş atılıyor ve bu ateş arka yollarından çıkıyordu. "Ey Cebrail, kim bunlar?"dedim. "Bunlar haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenlerdir. Onların midelerine sadece ateş indiriyorlar ve ilerde ateşe atılacaklardır"dedi. Sonra yola devam ederek bir toplumda karşılaştım. Her biri ayağa kalkmak istiyor. Fakat karnının şişkinliği yüzünden kalkamıyor. "Ey Cebrail, bunlar kim?"dedim. Dedi ki, "Bunlar faiz yiyenlerdir. Bunlar şeytan tarafından çarpılmış kimseler gibi ayağa kalkarlar. Ayağa kalkınca da firavun oğullarının göreceği muameleye maruz kalırlar ki, Firavun oğulları sabah ve akşam ateşe sunulurlar ve "Rabbimiz, kıyamet ne zaman kopacak?"derler. Sonra yola devam ederek memelerinden asılmış kadınlarla karşılaştım. "Ey Cebrail, kim bunlar?"dedim. Bana şu cevabı verdi:"Bunlar kocalarının mallarını başkalarının evlatlarına miras olarak intikal ettiren kadınlardır."dedi. arkasından peygamberimiz şöyle dedi: Kendilerinden olmayan bir çocuğu bir ailenin nesebine katıp da o çocuğun o ailenin gizli sırlarını öğrenmesine ve onların mallarını yemesine yol açan kadına Allah'ın gazabı şiddetli oldu. Sonra Allah'ın meleklerinden bir gurup melekle karşılaştım. Allah onları dilediği gibi yarattı ve yüzlerini de dilediği gibi düzenledi. Vücutlarının her azası Allah'ın tesbih ediyor ve ona hamd ediyor. her yanlarından ayrı bir ses çıkıyor ve sesleri hamd ile ve Allah korkusundan kaynaklanan ağlamalarla yükseliyor. Cebrail'e onlar hakkında soru sordum. Bana "Onlar gördüğün şekilde yaratıldılar. Hiçbir yanında arkadaşı ile bir tek kelime bile konuşmuş değildir. Allah korkusu ise saygısı sebebi ile başlarını ne yukarıya kaldırırlar ve ne aşağı doğru eğdiler"dedi. Kendilerine selam verdim. Selamımı Allah'a karşı saygıları yüzünden sadece baş işareti ile aldılar. Cebrail onlara "Bu rahmet peygamberi Muhammed'dir, Allah onu kullarına resul ve nebi olarak gönderdi, o peygamberlerinin sonuncusu ve efendisidir, onunla konuşmak istemez misiniz?"dedi. Melekler Cebrail'in bu sözlerini işitince bana dönerek selam verdiler, saygı gösterdiler, beni ve ümmetimi hayırla müjdelediler. Sonra ikinci göğe çıktık. Orada birilerinin benzeri iki kişi ile karşılaştım. "Ey Cebrail, kim bunlar?" dedim. "Bunlar teyze çocukları Yahya ve İsa peygamberlerdir"dedi. Onlara selam verdim, selamımı aldılar. Kendileri için af diledim, onlar da benim için af diledikten sonra "salih kardeşe ve salih peygambere merhaba" dediler. Orada bir gurup melek gördüm. Huşu içinde idiler. Allah yüzlerini dilediği gibi düzenledi. Her biri değişik bir sesle Allah'a hamd ederek onu tesbih ediyordu. Sonra üçüncü göğe çıktık. Orada güzellikte diğer insanlara karşı üstünlüğü bedir gecesi ayın diğer yıldızlara karşı üstünlüğü gibi olan biri ile karşılaştım. "Ey Cebrail, bu kimdir?"dedim. "Bu kardeşin Yusuf'tur"dedi. Kendisine selam verdim, selamımı aldı. Onun için af diledim o da benim için af diledi. Arkasından "Salih peygambere, salih kardeşe ve salih bir zamanda gönderilene merhaba"dedi. Orada birinci ve ikinci göktekilerin kine benzer bir huşu içinde bulunan bir gurup melek gördüm. Cebrail onlara benim hakkında öbür meleklere söylediklerine benzer söyledi. Onlar da bana öbür meleklerin yaptıkları gibi yaptılar. Sonra dördüncü göğe çıktık. Orada biri ile karşılaştık. "Ey Cebrail, kim bu?" dedim. "Bu, Allah'ın yüksek bir yere çıkarmış olduğu İdris'tir. Kendisine selam verdim, selamımı aldı. Onun için af diledim, o da benim için af diledi. Orada geride bıraktığımız göklerdeki meleklerinkine benzer bir huşu içinde bulunan meleklerle karşılaştım. Beni ve ümmetimi hayırla müjdelediler. Sonra bir koltukta oturan bir melek gördüm. Emri altında yetmiş bin melek vardı ve bu meleklerin her birinin emri altında da yetmiş bin melek vardı. Peygamberimiz onun o melek olduğunu düşündü. Bu arada Cebrail ona "Kalk" diye seslendi. O şimdi kıyamet gününe kadar hep ayaktadır. Sonra beşinci göğe çıktık. Orada iri-yarı ve büyük gözlü birini gördüm. O güne kadar onun gibi iri-yarı birini görmemiştim. Ümmetinin bir bölümü çevresindeydi. Çok sayıda oluşları beni hayrete düşürdü. "Ey Cebrail, kim bu?" dedim. "Bu kavmi tarafından sevilen İmran oğlu Harun'dur"dedi. Kendisine selam verdim, selamımı aldı. Onun için af diledim, o da benim için af diledi. Orada geride bıraktığımız göklerdeki gibi huşu içinde olan melekler gördüm. Sonra altıncı göğe çıktık. Orada şen ve kabilesinin mensuplarından bir imiş gibi uzun boylu olan biri ile karşılaştım. Eğer üst üste iki gömlek giyse vücudunun tüyleri bu gömlekleri delip dışarı çıkardı. "İsrail oğulları benim Ademoğullarının en üstünü olduğumu sanırlar, oysa bu adam Allah katında benden üstündür"dediğini işittim. "Ey Cebrail, bu kimdir?"dedim. "Bu, kardeşin İmran oğlu Musa'dır"dedi. Kendisine selam verdim, selamımı aldı. Onun için af diledim, o da benim için af diledi. Orada daha önceki göklerdekine benzer huşu inçinde olan melekler gördüm. Sonra yedinci göğe çıktık. Orada karşılaştığım her melek "Ey Muhammed, hacamat yaptır ve ümmetinin işi de hacamat yaptırmak (kan aldırmak) olsun"diyordu. Orada kır saçlı ve sakallı, bir koltukta oturan birini gördüm. "Ey Cebrail, yedinci gökte, Beyt'ul Mamur'un kapısı önünde ve Allah'ın yakınında olan bu kişi kimdir?"dedi. "Ey Muhammed, o atan İbrahim'dir, burası da senin ve ümmetin içinde kötülüklerden sakınanların kalacakları yerdir"dedi. Peygamberimiz sözlerinin burasında "Gerçekten İbrahim'e en yakın insanlar, ona uymuş olanlar diye bu peygamber ve ona inananlardır. Allah müminlerin velisidir"(Al-i İmran,68) ayetini okudu-Kendisine selam verdim, selamımı aldıktan sonra "Salih peygambere salih oğula ve salih zamanda gönderilene merhaba"dedi. Orada geride kalan göklerdekilere benzer huşu içinde olan melekler gördüm. Onlar beni ve ümmetimi hayırla müjdelediler. Yedinci gökte parıldamaları gözleri kamaştıran nur denizleri gördüm. Ayrıca orada karanlıktan ve kardan oluşmuş, uğuldayan denizler gördüm. Dehşetli bir manzara görüp de her korktuğumda Cebrail'e soru sordum. Cebrail bana "Ey Muhammed, sevin ve Rabbi'nin keremine şükret, sana yaptıklarına şükret" dedi. Allah gücü ve desteği ile beni sakinleştirdi de Cebrail ile konuşmaları ve hayretim çok oldu. Cebrail "Ey Muhammed, gördüğün büyük sayıyorsun. Oysa bu Rabbinin yaratıklarından birisidir. Peki, gördüklerini ve gördüklerinden daha büyüklerini yaratan Allah hakkında ne düşünüyorsun. Allah ile yaratıkları arasında yetmiş bin perde vardır. Allah'a en yakın yaratıklar ben ve İsrafil'iz. Öyleyken onunla aramızda dört perde vardır. Nur perdesi, karanlık perdesi, bulut perdesi ve su perdesi. Allah'ın yarattığı acayip ve dilediğine musahhar kıldığı yaratıklardan bir horoz gördüm. Ayakları yedi kat yerin dibinde ve başı Arş'ın yanında idi. Bu, Allah'ın meleklerinden biri idi. Allah onu dilediği gibi yarattı. Ayakları yedi kat yerin altındayken çıkışa yönelerek havada yedinci göğe yükseldi. Yükselmeye devam etti ve boynu Arş'ın yakınına kadar vardı ve "Rabbim noksanlıklardan münezzehtir, Rabbin o kadar büyük ki nerede olursan ol, onun nerede olduğunu bilemezsin" diyordu. Omuz başından çıkan iki kanadı vardı. Bu kanatları açtığı zaman doğuyu ve batıyı aşarlar. Seher vakti olunca kanat çırpar ve "Subhanallah-il Melik-il Muteali La ilahe İllallah Hayyul Kayyumu (egemen ve kutsal olan Allah noksanlıklardan münezzehtir. Büyük ve yüce Allah noksanlıklardan münezzehtir. Allah'tan başka ilah yoktur, o d iri ve kayyumdur)"diyerek yüksek sesle Allah'ı tesbih eder. O bu cümleleri söyleyince yeryüzünün bütün horozları susar. Bu horozun yeşil telekleri ve hiç görmediğim aklıkta beyaz telekleri ve bu beyaz telekleri altında hiç görmediğim derecede yeşil telekleri vardır. Sonra Cebrail ile birlikte yola devam ederek Beyt'ul Mamur'a girdim ve iki rekat namaz kıldım. Yanımda sahabilerimden bir grup vardı. Bazılarının üzerinde yeni ve öbürlerinin üzerinde eski elbiseler vardı. Yeni elbiseliler içeri girdi, eski elbiseliler yerlerinde oturdu. Sonra Beyt'ul Mamur'dan çıktığımda önüme iki nehir çıktı. Birinin adı Kevser, öbürünün adı ise rahmet idi. Kevser nehrinden içtim, rahmet nehrinde ise yıkandım. Arkasından her iki nehirde emrine sunuldu. Böylece cennete girdim. Cennetin iki yanında benim ve ehli beytimin evleri vardı. Bu evlerin toprakları misk kokulu idi. O sırada cennet nehirlerinde yüzen bir cariye gördüm. Ona "Kime aitsin"diye sordum. "Zeyd b. Harise'ye aidim"dedi. Sabah olunca bu müjdeyi Zeyd'e verdim. Oranın kuşları deve büyüklüğünde ve narları kova iliğinden idi. Orada öyle bir ağaç gördüm ki, eğer kökünün çevresini dolaşmak üzere salınsa yedi yüz yıl uçması gerekirdi. Cennette ki her eve bu ağacın bir dalı uzanıyordu. "Ey Cebrail, bu nedir?" dedim. "Bu Allah'ın hakkında "Onlar için Tuba ve güzel akıbet vardır." (Ra'd, 29) buyurduğu Tuba ağacıdır"dedi. Cennete girince kendime geldim ve Cebrail'e denizleri, onların dehşetli manzaralarını ve acayiplerini sordum. "Onlar Allah'ın arkalarında gizlendiği perdelerin sisleridirler. Eğer o perdeler olmasaydı Arşın ışığı her şeyi deler geçerdi. Sidret'ul Munteha'ya vardım. Bu ağacın her yaprağı bir ümmeti gölgesi altına alıyordu. O ağaçla aramda "iki yay kadar, hatta daha yakın" (Necm,9) ayetinde tanımlandığı gibi bir mesafe kaldı. O sırada yüce Allah bana "Peygamber, kendisine Rabbi tarafından indirilen gerçeklere inandı" diye seslendi. Ben de buna kendim ve ümmetim adına "Müminler de. Hepsi birlikte Allah'a, onun meleklerine, onun kitaplarına ve onun peygamberine inandılar. Onun peygamberleri arasında ayırım yapmayız. İşittik ve itaat etti, günahlarımızı affetmeni dileriz, ey Rabbimiz, dönüşümüz sanadır dediler" diye cevap verdim. Yüce Allah "Allah hiç kimseye gücünü aşacak bir yükümlülük yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına ve yaptığı kötülük de kendi zararınadır" buyurdu. Ben "Ey Rabbimiz, eğer unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma"dedim. Allah "seni sorumlu tutmam"buyurdu. "Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ağır yük yükleme" dedim. Allah "Sana yüklemem" buyurdu. Ben "Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü taşıtma, bizi affet, günahlarımızı bağışla, bize merhamet eyle, sen mevlamızsın bizim. Kafirlere karşı yardım et bize" dedim. Yüce Allah "Bu istediklerini sana ve ümmetine verdim"dedi. İmam Sadık (a.s) "Peygamberimiz bu hususları ümmeti için isterken hiçbir elçi Allah katında onun kadar değerli olmamıştır"dedi. Peygamberimiz "Rabbim, peygamberlerine bir çok bağışlarda bulundun, bana da bir bağışta bulun" dedi. Allah ona şöyle cevap verdi; "Sana yaptığım bağışlar arasında Arşımın altında yazılı olan şu iki cümleyi bağışladım: La havle vela kuvvete illa billahi vela menca minke illa ileyke (Her kımıldama ve her güç mutlaka Allah'a dayanır. Senden sadece yine sana kaçıp sığınabilir) Peygamberimize şöyle dedi: "Melekler bana öyle bir söz öğrettiler ki, onu her sabah ve her akşam söylüyorum. O söz şudur: Allah'ım, eğer zulmedersem senin affına sığınırım, eğer günah işlersem senin mağfiretine sığınırım, eğer zillete düşersem senin izzetine sığınırım, eğer yoksulluğa düşersem senin zenginliğine sığınırım, fani vechim sebebi ile senin yok olmayan baki vechine sığınırım. Sonra ezanı işittim. O geceye kadar gökte hiç görülmemiş olan bir melek ezan okumaya başlayarak şöyle dedi: Ellahu Ekber Ellahu Ekber (Allah en büyüktür, Allah en büyüktür. Allah da ona "Kulum doğru söyledi, ben her şeyden büyüğüm" buyurdu. Melek "Eşhedu en la ilahe İllallah Eşhedu en la İlahe İllallah (Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur, şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur)" dedi. Allah "Kulum doğru söyledi, ben kendinden başka ilah olmayan Allah'ım, benden başka ilah yoktur) buyurdu. Melek "Eşhedu enne Muhammeden Resulullah (Şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın peygamberidir..." dedi. Allah "Kulum doğru söyledi, Muhammed benim kulum ve peygamberimdir, onu ben seçip gönderdim" buyurdu. Melek "Hayye alessalati Hayye ales salati: (Haydin namaza...)" dedi. Allah "Kulum doğru söyledi. Benim farz kıldığım bir ibadete çağrı yaptı. Kim arzu ile ve öneminin bilincinde olarak ona koşarsa o ibadet geçmiş günahlarına kifayet olur" buyurdu. Melek "Hayye alel felah Hayye alel felahi (Haydin felaha...)"dedi. Allah "Namaz salah, başarı ve felahtır" buyurdu. Arkasından gökte meleklere imam oldu. Tıpkı Beyt'ul Mukaddes'te peygamberlere imam olduğum gibi. Sonra çevremi bir sis sardı. Hemen secdeye kapandım. Bu sırada Allah "Ben senden önceki her peygambere günde elli vakit namazı farz kıldım. Bunu sana ve ümmetine de farz kıldım. Bu farzı ümmetin arasında uygula" diye seslendi. Geri dönüşüm sırasında İbrahim'e uğradım. Bana hiçbir şey sormadı. Musa'nın yanına gidince "Ey Muhammed, senin ümmetin en son ve en zayıf ümmettir. Bu farz senin Rabbine hiçbir fazlalık sağlamaz. Ümmetin bu farzı yerine getiremez. Geri dönüp Rabbine git de ümmetin için bu farzın hafifletilmesini iste"dedi. Rabbime dönüp Sidret'ul Munteha'ya vardım ve secdeye kapandıktan sonra "Bana ve ümmetime günde elli vakit namaz farz kıldın. Ben ve ümmetimin gücü buna yetmez. Bana biraz indirim yap"dedim. Allah elli vaktin onunu indirdi. Musa'ya dönüp durumu anlatınca "Yine geri dön, buna gücün yetmez"dedi. Rabbime döndüm, on vakit daha indirim yaptı. Musa'ya dönüp durumu bildirdiğimde "tekrar git"dedi. Her geri gelişimde tekrar Allah'a dönüp secdeye kapanıyordum. sonunda gündelik namaz on vakte indi. Musa'ya dönüp bunu haber verdiğimde yine "Gücün yetmez"dedi. Ben "Rabbimden utanıyorum, artık buna katlanırım" dedim. Bunu üzerine şöyle bir ses işittim: Madem ki, ona katlanıyorsun, işte sana elli vakte denk beş vakit. Her namaza on kat sevap. Ümmetin içinde kim bir iyiliği yapmaya niyetlenirde onu yaparsa kendisine on katı yazılır. Eğer yapmazsa o amelin kendisi yazılır. Buna karşılık ümmetinden kim bir kötülük yapmaya niyetlenir de onu yaparsa defterine sadece o kötülüğün kendisi yazılır. Eğer o kötülüğü yapmazsa hesabına hiçbir şey yazmam. İmam Sadık (a.s) şöyle dedi: Allah bu ümmetten yana Musa'ya hayır versin. Bu olaylar "Kulu Muhammed bir gece Mescid-i Haram'dan yola çıkararak kendisine bazı mucizelerimizi gösterelim diye çevresini Kutsal kıldığımız Mescid-i Aksa'ya ulaştıran Allah her türlü noksanlıktan uzaktır. O her şeyi işiten ve görendir"ayetinin tefsiridir. Ben derim ki: Bu rivayette anlatılanlara yakın olaylar Şii ve Sünni kaynaklarda gelen pek çok rivayette nakledilmiştir. Bu rivayette geçen bazı kelimelerin ve deyimlerin anlamları şöyledir: Raculen ademen; esmer tenli kişi. Dammet=Kendi dışındaki olaylara baskın gelen ağır olay. Bu yüzden kıyamet olayına Damme denmiştir. Ektaf=Ketf kelimesinin çoğulu, etrafı ve dolayları anlamına gelir. Peygamberin içine onun o olduğu doğdu. Yani kainatın işini düzenleyen ve her şeyin kendisine varıp dayandığı melek olduğunu düşündü. Şenvet: Uzun boylu olmaları ile tanınan bir Arap kabilesi. Eşmeduresi vellihyeti: Siyahla karışık beyaz saç ve sakal. Zağb: İlk göze çarpan kıl ve telek ve bunların küçükleri. Buht: Horasan devesi: Duliyy: Kovalar (delv kelimesinin feul kalıbındaki çoğulu). Zebabe: İnce bulut onun İban b. Osman'dan naklettiğine İmam Sadık (a.s) şöyle dedi: Peygamberimiz bir gece Beyt'ul Mukaddes'e doğru yola çıkarıldığında Cebrail onu Burak'a bindirdi ve Beyt'ul Mukaddes'e vardılar. Cebrail ona peygamberlerin mihraplarını gösterdi. O da o mihraplarda namaz kıldı. Cebrail onu geri getirdi. Dönüşü sırasında Kureyşlilerin bir kervanı ile karşılaştı. Adamların bir kapta suları olduğunu gördü. Bir develerini kaybetmişler de onu arıyorlardı. Peygamber o sudan içti ve kalanını yere döktü. Sabah olunca peygamberimiz Kureyşlilere "Yüce Allah dün gece beni Beyt'ul Mukaddes'e götürerek bana peygamberlerin oradaki kalıntılarını ve kaldıkları yerleri gösterdi, sularından içtim ve kalanını da yere döktüm" dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil "Elinize fırsat düştü Beyt'ul Mukaddesin kaç sütunu ve kaç avizesi olduğunu ona sorun" dedi. Kureyşliler de "Ey Muhammed, burada Beyt'ul Mukaddes'e fiilen ziyaret etmiş olanlarımız var. Bize oranın kaç sütunu, kaç avizesi ve kaç mihrabı olduğunu söyle"dediler. Bunun üzerine Cebrail gelerek Beyt'ul Mukaddes'in resmini peygamberimizin karşısına astı ve peygamberimiz de Kureyşlilerin sorularına bir bir cevap verdi. Sorularının cevaplarını alınca "Kervan gelsin de söylediklerini onlara soralım"dediler. Peygamberimiz onlara "Sözlerimin doğrulunu şundan anlayabilirsiniz ki, söz konusu kervanın geldiğini güneşin doğuşu ile birlikte göreceksiniz ve kervanın önünde boz renkli bir deve olacak"dedi. Ertesi gün Kureyşliler Mekke'nin girişindeki geçidi gözetlemeye başladılar. Bir yandan da "işte güneş şu anda doğuyor"diyorlardı. Tam o sırada güneş doğarken kervanı gördüler. Önünde boz renkli bir deve yürüyordu. Kervandakilere peygamberimizin söylediklerini sorduklarında adamlar "evet, öyle oldu. Falanca yerde bir devemiz kayboldu, suyumuzu bırakıp gitmiştik, sabah olunca suyumuzun döküldüğünü gördük"dediler. Fakat bu olay Kureyşlilerin sadece inatçı inkarlarını arttırdı. Ben derim ki: Bu anlamda Sünni ve Şii kaynaklardan gelen başka rivayetler vardır. Yine aynı eserde kendi isnat zinciri ile verilen bilgiye göre Abdullah b. Abbas şöyle dedi: Peygamberimiz göğe çıkarıldığında Cebrail onu Nur adında bir nehrin yanına götürdü. "O karanlıkları ve nuru yarattı" ayetinde buna işaret ediliyor. Nehrin yanına vardıklarında Cebrail şöyle dedi: "Ey Muhammed, Allah'ın bereketi üzerine karşıya geç. Allah senin gözünü aydınlattı ve önünü açtı. Bu nehrinden karşıya ne mukarreb bir melik ve ne bir peygamber karşıya geçmiş değildir. Yalnız ben her gün bu nehre bir kere dalarım. Çıktığımda kanatlarımı çırptığım zaman akan her damladan yüce Allah bir mukarreb melek yaratır. Bu meleğin yirmi bin yüzü ve kırk bin dili olur. Her bir dili ile diğer dillerden hiçbirinin anlamadığı bir lisan konuşur. Peygamberimiz bu nehirden karşıya geçerek perdelerin yanına vardı. Perdelerin sayısı beş yüz tane idi. İki perde arasında beş yüz yıllık yol vardı. Cebrail orada "Ya Muhammed, buyur, ilerle" dedi. Peygamberimiz "Ey Cebrail, niye artık benim yanımda olmuyorsun?" dedi. Cebrail "Buradan daha ileri gitmemize izin yok"dedi. Bunun üzerine peygamberimiz Allah'ın dilediği kadar ilerledi. Sonunda yüce Allah'ın şu sözlerini işitti: Ben Mahmud'um, sen ise Muhammed'sin. Senin adını kendi adımdan türettim. Kim seninle iyi olursa bende onunla iyi olurum. Kim seninle ilişkiyi keserse bende onunla ilişkiyi keserim. Kullarımın yanına in ve de benim peygamberimsin ve Ali de yardımcındır. Menakib adlı eserde İbn-i Abbas'a dayandırılarak verilen bilgiye göre peygamberimiz Miraç sırasında "Biz alemlerin Rabbine inandık" diye bir ses işittiğinde Cebrail "Bunlar Firavunun büyücüleridir"dedi. "Lebbeyke ellahumme Lebbeyk (Allah'ım, emirlerin baş üstüne)"diye bir ses işittiğinde Cebrail "Bunlar hacılardır" dedi. Tekbir sesi işittiğinde "Bunlar İslâm savaşçılarıdır" ve tesbih sesi işittiğinde "Bunlar peygamberlerdir"dedi. Peygamberimiz Sidret'ul Munteha'ya ulaşıp da perdelerin yanına vardığında Cebrail "Ey Muhammed, buyur, ilerle. Ben buradan daha ileriye geçemem, eğer bir parmak kadar ileri gidersem yanarım"dedi. İhticac adlı eserde İbn-i Abbas'a dayanılarak verilen bilgiye göre peygamberimiz Yahudiler ile yaptığı bir tartışma sırasında şöyle dedi: Ben Cebrail'in kanadına binerek yedinci göğe çıktım ve yanında Me'va cennetinin bulunduğu Sidret'ul Muntaha'yı geçerek Arşın ayağına asıldım. Arşın ayağından bana şöyle seslenildi; "Ben Allah'ım, benden başka ilah yoktur. Ben Selamım, Müminim, Müheyminim, Azizim, Cebbarım, Mutekebbirim, Raufum ve Rahimim" onu maddi gözlerimle değil, kalbim ile gördüm. Kafi adlı eserde verilen bilgiye göre Ebu Rebi şöyle dedi: Emevi hükümdarı Hişam b. Abdulmelik'in hacca gittiği yıl bizde İmam Ebu Cafer ile birlikte hacca gitmiştik. Hişam'ın yanında Ömer'in azatlısı Nafi'de vardı. Nafi Beytullah'ın direği yanında İmam Ebu Caferi gördü. insanlar etrafında toplanmıştı. Hişam'a "Ey Müminlerin emiri, insanların çevresinde toplandıkları bu adam kimdir?"dedi. Hişam "Bu Kufelilerin nebisi Muhammed b. Ali'dir"dedi. Nafi "Şahit ol, ben onun yanına gidip kendisine öyle sorular soracağım ki, bu sorularıma ancak nebi, vasi veya nebi oğlu olan biri cevap verebilir"dedi. Hişam "yanına git ve sorularını sor. Ola ki, onu mahcup edersin"dedi. Nafi varıp insanların sırtlarına dayandı ve İmam Ebu Cafer'e dönerek "Ey Muhammed b. Ali; ben Tevrat'ı, İncil'i, Zebur'u ve Kur'an'ı okudum. Bu kitaplarda helalleri ve haramları öğrendim. Şimdi geldim, sana bir takım sorular soracağım ki, bunlara ancak nebi, vasi veya nebi oğlu olan biri cevap verebilir"dedi. İmam başını kaldırdı ve "İstediğini sor"dedi. Nafi "Söyle bakalı, İsa ile Peygamberimiz arasında kaç yıllık ara var?"dedi. İmam "Sana kendi görüşüme göre mi, yoksa senin görüşüne göre mi cevap vereyim"dedi. Nafi "Her iki görüşe göre cevap ver dedi. İmam "Benim görüşüme göre beş yüz, senin görüşüne göre altı yüz yıl araları var" dedi. Nafi "Allah "senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor. Rahman olan Allah'tan başka ilahlar edinip onlara kulluk etmelerini söyledik mi?" (Zuhruf, 45) buyuruyor. Peygamberimiz ile İsa arasında beş yüz yıllık ara olduğuna göre peygamberimiz ayetteki soruyu kime sordu?"dedi. Bunun üzerine İmam "Kulu Muhammedi bir gece Mescid-i Haram'dan yola çıkararak kendisine bazı mucizelerimizi gösterelim diye çevresini kutsal kıldığımız Mescid-i Aksa'ya ulaştıran Allah her türlü noksanlıktan uzaktır..."ayetini okudu ve şunları söyledi: Yüce Allah bir gece Beyt'ul Mukaddese ulaştırdığı sırada peygamberimize gösterdiği mucizelerden biri önceki ve sonraki bütün peygamberleri bir araya getirmesi olmuştur. Bu toplantıda peygamberimizin "Hayye alel hayril ameli (Haydin amellerin en hayırlısına) cümlesini de okudu. Sonra peygamberimiz topluluğun önüne geçip onlara namaz kıldırdı. Namazı bitince peygamberlere "Neye şehadet ediyor, kime kulluk ediyorsunuz?" dedi. Peygamberler "Allah'tan başka ilah olmadığına, onun bir ve ortaksız olduğuna ve senin Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ediyoruz. Bu hususta bizden söz alındı"dediler. Bunun üzerine Nafi, "Ey Ebu Cafer oğlu, doğru söylüyorsun"dedi. İlel adlı eserde kendi isnat zinciri ile verdiği bilgiye göre Sabit b. Dinar şöyle dedi: İmam Zeynel Abidin Ali b. Hüseyin'e "Allah'ın bir yerle nitelendirip nitelendirmeyeceğini sordum. "Allah böyle bir sıfattan münezzehtir"dedi. "Peki, o zaman peygamberi Muhammedi niye göğe çıkarıldı?"dedim. "Ona göklerin olağan üstülüklerini, oradaki acayip ve çarpıcı yaratma örneklerini göstermek için" dedi. "Peki "sonra yaklaştı derken daha da yaklaştı. O kadar ki, iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu" (Necm, 9) ayetinin anlamı nedir?"dedim. Bana şöyle dedi: Peygamberimiz nur perdelerine yaklaştı ve göklerin olağanüstülüklerini gördü. Sonra aşağıya sarktı ve yerin perdelerine yaklaştı ve yerin olağanüstülüklerini gördü. Öyle ki, yere iki yay arası kadar, hatta daha yakın olduğunu sandı. Kummi, tefsirinde kendi isnat zinciri ile verilen bilgiye göre İsmail Cu'fi şöyle dedi: Bir defasında Mescid-i Haram'da oturuyordum. İmam Ebu Cafer de bir köşe de oturuyordu. Başını kaldırıp bir defa göğe ve bir defa da kabeye baktı. Arkasından "Kulu Muhammedi bir gece Mescid-i Haram'dan yola çıkararak Mescid-i Aksa'ya ulaştıran Allah her türlü noksanlıktan münezzehtir" ayetini üç kere okudu. Sonra da bana dönerek "Ey Iraklı, Iraklılar bu ayet hakkında ne diyorlar?" dedi. "peygamberimiz bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürüldü diyorlar"dedim. Bunun üzerine İmam şöyle dedi: Olay söyledikleri gibi değildir. Fakat o buradan şuraya götürüldü -Bu sırada eli ile göğü gösterdi- Bu ikisinin arası haremdir. Cebrail peygamberimizi Sidret'ul Munteha'ya ulaştırınca geri de kaldı. Peygamberimiz "Ey Cebrail, böyle bir yerde beni yalnız mı bırakıyorsun?" dedi. Cebrail "ilerle, vallahi senden önce hiçbir yaratığın varamadığı yakınlığa vardın"dedi. Peygamberimiz bu aşamada Rabbini gördüğünü, onunla arasında sadece Subha'nın kaldığını işaret ederek üç kere "Rabbimiz Celaldir"dedi. Peygamberimiz şöyle dedi: Rabbim bana "Ey Muhammed" diye seslendi. "Buyur ey Rabbim"dedim. "Göktekilerin tartışma konuları nelerdir?"dedi. "Seni noksanlıklardan tenzih ederim, senin bana bildirdiğin dışında ben bir şey bilmiyorum"dedim"dedi. Elini iki memem arasına koydu ve onun soğukluğunu omuz başlarım arasında hissettim. Geçmiş ve gelecek ile ilgili bana ne sordu ise hepsini bildim. "Ey Muhammed, göktekiler neler üzerinde tartışıyorlar?"dedi. "Dereceler, kefaretler ve iyilikler üzerinde"dedim. "Ey Muhammed, senin peygamberliğin sona erdi, yiyeceğin yemekler tükendi, yerine kimi tavsiye ediyorsun?"dedi. "Rabbim ben kullarını denedim, onlar arasında bana Ali'den daha itaatkarını görmedim"dedim. "Ey Muhammed, bana da en yakın itaatkar olan odur"dedi. "Rabbim, kullarını denedim, onlar arasında beni Ali'den daha çok seveni görmedim"dedim. "Beni de en çok seven odur. Kendisine müjde ver ki, o hidayet ayeti, velilerimin önderi, bana itaat edenlerin nuru, muttakilerin ayrılmaz kıldığım kalıcı kelimedir. Onu seven beni sevmiş, ondan nefret eden benden nefret etmiş olur. Üstelik ben kimseye bağışlamadığım ayrıcalıkları ona bağışladım"dedi. "Ya Rabbi, o benim kardeşim, arkadaşım, yardımcım ve vasimdir"dedim. "Onun sıkıntılara uğrayacağı ve insanların onun vesilesi ile imtihan edileceklerini kararlaştırılmıştır. Ayrıca ben ona, ben ona, ben ona dört şeyi miras bıraktım, onları eline düğümledi, o düğümleri çözüp onları açığa vurmaz"dedi. Ben derim ki: "Fakat o buradan şuraya götürüldü"demek, Kâbe'den Beyt'ul Mamur'a götürüldü demektir. Bundan maksat, Beyt'ul Mukaddes'e götürülmeyi reddetmek veya Mescid-i Aksa'yı Beyt'ul Mamur ile tefsir etmek değildir. Kast edilen şey gece yolculuğunun varış noktasının Beyt'ul Mukaddes olduğunu, oranın ötesine geçirilmediğini reddetmektir. Zaten Mescid-i Aksa'yı Beyt'ul Mukaddes ile tefsir eden rivayetlerin sayısı çoktur. Peygamberimizin "Rabbimi gördüm" şeklindeki sözü, daha önceki rivayetlerde belirtildiği gibi onu kalp gözü ile gördüm" demektir. Başka rivayetlerde Allah'ı görmenin bu şekilde açıklanmış olması bu yorumu teyit eder. Peygamberimizin "Onunla aramızda sadece Subha kaldı şeklindeki sözü ona o derece yaklaştım ki, aramızda sadece onun celali kaldı demektir. Yine peygamberimizin "Elini iki memem arasına koydu" şeklindeki sözü ilahi rahmetin kinayeli bir ifadesidir. Bu ifadeden çıkan anlam, her türlü şüpheyi ortadan kaldıracak şekilde ledünni ilmin kalbine inmesidir. Durrul Mansur adlı eserde İbn-i Ebu Şeybe'den, Müslim'den, İbn-i Merduye'den ve Sabit yolu ile Enes'den nakledildiğine göre peygamberimiz şöyle dedi: Bana Burak gönderildi. O eşekten büyük ve katırdan küçük beyaz renkli bir binek hayvanı idi. Adımının boyu gözünden erişebildiği mesafe idi. Ona binerek Beyt'ul Mukaddese ulaştırıldım. Dizginini peygamberlerin bineklerinin dizginlerini bağladıkları halkaya bağladım. Arkasından mescide girerek iki rekat namaz kıldım. Sonra dışarı çıktığımda Cebrail bana iki kap getirdi. Birinde içki, öbüründe süt vardı. Sütü seçtim. Cebrail "fıtratı seçtin"dedi. Sonra dünya göğüne çıkarıldı. Cebrail kapıyı açmalarını istedi. "Kimsin" dendi. Cebrail "Ben Cebrail'im" dedi. Bunun üzerine kapı açıldı. Orada Adem peygamberle karşılaştım. Bana hoş geldin dedi ve hayır dua ettiler. Sonra üçüncü göğe çıkarıldık. Cebrail kapıyı açmalarını istedi. "Kimsin" dendi. "Cebrail"dedi. "Yanındaki kim?"dendi. "Muhammed"dedi. "Ona peygamberlik verildi mi?"dendi. Evet, verildi"dedi. Bunun üzerine kapı açıldı. Orada güzelliğin yarısı kendisine verilmiş olan Yusuf peygamber ile karşılaştım. Bana hoş geldin dedi ve hayır dua etti. Sonra dördüncü göğe çıkarıldık. Cebrail kapıyı açmalarını istedi. "Kim o"dendi. "Cebrail"dedi. Bunun üzerine kapı açıldı. Orada İdris peygamber ile karşılaştım. Bana hoş geldin dedi ve hayır dua etti. Sonra beşinci göğe çıkarıldık. Cebrail kapıyı açmalarını istedi. "Kim o" dendi. "Cebrail "dedi. "Yanında kim var?" dendi. "Muhammed"dedi. "Ona peygamberlik verildi mi?" dendi. "Evet, verildi"dedi. Bunun üzerine kapı açıldı. Orada Musa peygamber ile karşılaştım. Bana hoş geldin dedi ve hayır dua etti. Sonra yedici göğe çıkarıldık. Cebrail kapının açılmasını istedi. "Kim o?"dendi. "Cebrail"dedi. "Yanındaki kim?"dendi. "Muhammed" dendi. "Ona peygamberlik verildi mi?"dendi "Evet, verildi" dedi. Bunun üzerine kapı açıldı. Orada İbrahim peygamber ile karşılaştım. Sırtını Beyt'ul Mamur'a yaslamıştı. Yanına günde yetmiş bin melek giriyor ve gelenleri bir daha gelmiyorlardı. Sonra Cebrail beni Sidret'ul Munteha'ya götürdü. Oradaki ağacın yaprakları fil kulakları ve meyveleri dağ tepeleri gibidir. Allah'ın emri ile çevresini duman sarınca değişti. Hiç kimse o ağacın güzelliğini anlatamaz. Arkasından Allah bana vahiy yolu ile günde elli vakit namaz farz kıldı. Aşağı inerken Musa peygambere uğradım. "Rabbin ümmetine ne farz kıldı?" dedi. "Elli vakit namaz"dedim. "Rabbine dön ve bunun azaltılmasını iste, ümmetinin gücü buna yetmez, ben İsrail oğullarını denedim, sınavdan geçirdim"dedi. Bunun üzerine Rabbime dönerek "Ümmetime indirim yap"dedim. Beş vakit azalttı. Musa'ya dönüp "Rabbim beş vakit indirim yaptı"dedim. "Ümmetinin gücü buna yetmez, Rabbine dön ve bunun azaltılmasını iste"dedi. Arkasından Rabbin ile Musa peygamber arasında gidip gelmeye devam ettim. Sonunda Allah "Ey Muhammed, bu namazlar günde beş vakit oldu. Her vakit on vakit yerine geçer ve hepsi elli vakit olur. Kim bir iyiliğe niyetlenir de onu yapmaz ise kendisine bir iyilik yazılır. Eğer onu yaparsa hesabına on iyilik yazılır. Kim bir kötülüğe niyetlenirde onu yapmaz ise ona hiçbir şey yazılmaz. Eğer o kötülüğü yaparsa hesabına bir tek kötülük yazılır" buyurdu. Aşağı inip Musa peygambere uğrayarak son durumu anlattım. "Rabbine dön ve indirim yapmasını iste" dedi. "Rabbime o kadar çok gittim ki, artık gitmeye utanıyorum"dedim. Ben derim ki: Bu rivayet çeşitli yollarla Enes'ten naklediliyor. Bu kaynaklar arasında Buhari, Müslim, İbn-i Cerir, İbn-i Merduye, Şerik b. Abdullah b. Ebu Nemr aracılığı ile Enes'in şunları söylediğini naklediyorlar: Peygamberimizin Mescid-i Haram'dan yola çıkarıldığı gece kendisine vahiy gelmeden önce yanına üç kişi geldi. O sırada Mescid-i Haram'da uyuyordu. Üç kişinin ilki "O şunların hangisidir?" dedi. Gelenlerin ortada olanı "O en hayırlı olanlarıdır"dedi. Onlardan biri "En hayırlı olanını alın"dedi. O gece bunlar oldu. Peygamberimiz gelenleri ertesi gece gerçekleşen gelişlerine kadar görmemişti. Bu görme kalbi ile uyur, fakat kalpleri uyumaz. Gelenleri hiç konuşmadan onu kaldırıp Zemzem kuyusunun yanına götürüp koydular. Onu aralarında bulunan Cebrail ele aldı. Boğazından göğsünün altına kadar olan vücut bölümünü yardı. Göğsünü ve karını boşaldı. Göğüs boşluğunu eli ile zemzemle yıkadı ve göğüs boşluğunu tertemiz yaptı. Sonra içi iman ve hikmet dolu bir altın tas getirerek göğsünü ve boyun damarlarını imam ve hikmetle doldurdu ve sonra açtığı yarığı kapattı ve sonra onu dünya göğüne çıkardı. Enes rivayetin bundan sonrasını daha önce naklettiğimiz rivayetler gibi devam ettirdi. Bu rivayette anlatılan peygamberimizin göğsünün yarılması, yıkanıp temizlenmesi, arkasından iman ve hikmetle doldurulması gibi hususlar peygamberimizin gözlediği sembolik hallerdir. Yoksa bazılarının sanabilecekleri gibi maddi olaylar değillerdir. Göğsünün iman ve hikmetle doldurulduğu hususu bunu teyit eder. Miraç ile ilgili rivayetler sembolik gözlemlerle ve psikolojik simgeleştirmelerle doludur. Bu bilgiler Şii kaynaklardan gelen miraç ile ilgili birkaç rivayette yer almıştır. Bunların sakıncalı olmadıkları açıktır. Bu rivayetten anlaşıldığına göre peygamberimizin Miraca çıkışı, peygamber olmadan önce idi ve uykudayken gerçekleşmişti. Olayın peygamberlik gelmeden önce olabileceğini reddeder. Çünkü rivayette namaz vakitlerinin bu sırada farz edildiği, ilk başta vakitlerin sayısı elli olduğu halde Musa'nın önerisi ile bunlarda indirim istendiği anlatılıyor ki, peygamberlikten önce namazın farz edilmesi anlamsızdır. Buna göre rivayetin baş tarafı meleklerin ilk başta peygamberimize vahiy gelmeden önce geldikleri ve bir gece sonra peygamber oluşunun arkasından ona tekrar geldikleri şeklinden yorumlanabilir. Mezhebimizin bazı rivayetlerinde verilen bilgiye göre peygamberimizin miraca çıkarıldığı gece Kâbe'de onunla birlikte uyuyanlar Hamza b. Abdulmuttalib ile Ebu Talib'in oğulları Cafer ve Ali idi. Gece yolculuğunun rüyada olduğu yolundaki açıklamaya gelince bunun, uzak bir ihtimal olmakla birlikte rivayette yer alan göğüs yarılıp yıkanmasına benzer anlamda yorumlanması mümkündür. Fakat doğrusu şu ki, burada miraç olayının bütünü ile uykuda olduğu kastediliyor ki, aşağıdaki rivayetler de bunu gösteriyor. Durrul Mansur'da İbn-i İshak'a ve İbn-i Cerir'e dayanılarak verilen bilgiye göre peygamberimizin Miraç olayı Muaviye b. Ebu Sufyan'a sorulduğunda "O Allah'tan olan sadık bir rüya idi"demiştir. Ben derim ki: "Kulunu bir gece yola çıkaran... Ona bazı mucizelerimizi gösterelim diye" ayeti Miraç olayının rüya olabileceği ihtimalini reddeder. Bunun yanı sıra "Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. O Rabbinin en büyük mucizelerinin bir bölümünü gördü" (Necm, 18) ayetlerini de içeren Necm suresinin başındaki ayetlerde bu ihtimali reddeder. Üstelik bu ayetlerde Allah'ın bağışı vurgulanıyor. Allah'ın çarpıcı rahmeti ve şaşırtıcı gücü belirtilerek ona övgü yöneltiliyor. Bunun peygamberimizin gördüğü bir rüya hakkında olmayacağı kesindir. Çünkü rüyayı iyi insanda kötü insanda görebilir. Fasık bir günahkarın takva sahibi bir müminden daha çarpıcı bir rüya görmesi mümkündür. Rüya genel olarak hiçbir yüce ve egemenliğe delil olmayan, hayal ürünü bir husus olarak kabul edilir. Ona atfedilecek en ileri dereceli fonksiyon iyimserlik uyandırıp hayrının dilenmesi veya kötümserliğe yol açıp kötülüğünden korkulmasıdır. Ben aynı eserde İbn-i İshak'a ve İbn-i Cerir'e dayanılarak verilen bilgiye göre Aişe şöyle dedi: Ben peygamberin bedeninin yokluğuna hiç şahit olmadım. Allah onu ruhu ile gece yolculuğuna çıkardı. Ben derim ki: Bir önceki rivayete yönelik itirazımızın bu rivayet içinde geçerlidir. Üstelik ravilerin ve Miraç olayını inceleyenlerin bu gece yürüyüşünün hicretten epeyce önce olduğu ve peygamberimizin Aişe ile evlenmesinin Medine de hicretten bir hayli yıl sonra gerçekleştiği yolunda görüş birliği halinde olmaları bu rivayetin geçersizliğini kanıtlaya yeterlidir. Bu hususta farklı görüş bildiren iki kişiye bile rastlanmış değildir. Ayrıca inceleme konumuz olan ayette gece yolculuğunun Mescid-i Haram'dan başladığı açıkça belirtilmektedir. Yine aynı eserde Tirmizi'nin naklettiği, Taberani ile İbn-i Merduye'nin Hasan diye nitelediği, İbn-i Mesut'tan gelen bir rivayete göre peygamberimiz şöyle dedi: Gece yolculuğuna çıkarıldığım gece İbrahim peygamber ile karşılaştım. Bana şunları söyledi: Ey Muhammed, ümmetine benden selam söyle ve onlara haber ver ki, cennetin toprağı verimli ve suyu tatlıdır. Fakat boştur. Onun fidanları "Subhanallahi velhamdulillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahi (Tenzih ve hamd Allah'a mahsustur, Allah'tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür, her hareket ve güç mutlaka Allah'tan kaynaklanır) cümleleridir. Yine aynı eserde Taberani'ye dayanılarak ve Aişe'den naklen verilen bilgiye göre peygamberimiz şöyle dedi: Göğe çıkarıldığımda cennete girmem sağlandı. Orada cennet ağaçlarından biri karşıma çıktı. Cennette ondan daha güzelini, daha ak yapraklısını ve tatlı meyvalısını görmedim. Bu meyvalardan birini koparıp yedim. O meyva sülbümde meni oldu. Yere inişimde Hz. Hatice (a.s) ile yattım ve Hz. Fatıma'ya (s.a) hamile kaldı. Bu yüzden her cennet kokusunu özlediğimde Hz. Fatıma'yı (s.a) koklarım. Kummi tefsiri yazarının babasına, onun İbn-i Mahbuba, onun İbn-i Riab'a, onun Ebu Ubeyde'ye dayanarak verdiği bilgiye göre İmam Sadık (a.s) şöyle dedi: Peygamberimiz Hz. Fatıma'yı sık sık öperdi. Aişe bunu yadırgayınca peygamberimiz ona şöyle dedi: Ey Aişe, ben göğe çıkarıldığımda cennete girdim. Cebrail beni Tuba ağacının yanına götürüp bana bu ağacın meyvalarından verdi. Ben de onu yedim. Yediğim meyvayı Allah sırtımda meniye dönüştürdü. Yere inip Hz. Hatice ile yattığımda o Fatıma'ya hamile kaldı. Onun için onu her öpüşümde mutlaka Tuba ağacının kokusunu duyuyorum. Durrul Mansur'da Taberani'nin Evsed adlı eserine dayanılarak ve İbn-i Ömer'den okunması vahiy edildi ve yere inince Cebrail ezanı ona öğretti. Yine aynı eserde İbn-i Merduye'nin İmam Ali'den (a.s) naklederek verdiği bilgiye göre peygamberimize Miraç gecesi ezan öğretildi ve namaz farz kılındı. İlel adlı eserde kendi isnat zinciri ile verilen bilgiye göre İshak b Ammar şöyle dedi: İmam Ebul Hasan Musa b. Cafer'e "Nasıl oldu da bir rekat namazın bir rüku ve iki secdesi oldu? İki secde olduğuna göre niçin rüku sayısı da iki olmadı?" dedim. imam bana şu cevabı verdi: Bir soru sorduğun zaman dikkatini alacağın cevap üzerine yoğunlaştır ki, aldığın cevabı anlayabilesin. Peygamberimiz ilk namazını gökte, Allah'ın huzurunda, onun arşının önünde kıldı. Şöyle ki, peygamberimiz miraca çıktığı gece Allah'ın arşı yanına vardığında Allah ona "Ey Muhammed, Sad çeşmesinin yanına git, secde azalarını yıkayıp temizle ve Rabbin için namaz kıl" buyurdu. Bunun üzerine peygamberimiz yüce Allah'ın emrettiği yere yaklaştı, özenle abdest aldı, yüce Rabbi'ne dönerek ayakta durdu. Allah ona tekbirle namaza başlamayı emretti. O da öyle yaptı. Yüce Allah "Ey Muhammed, oku: "Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahi rabbil alemin..." buyurdu. Peygamber emredileni yaptı. Arkasından ona Rabbinin kimlik bildirisi sıfatlarını okumasını, yani "Bismillahirrahmanirrahim. Kul huvallahu ehed, Allah-us Samed," demesini emretti sözünü kesti. Arkasından peygamber "Kul huvallahu ehed, Allah-us Samed"dedi. Yüce Allah "Lem yelid ve lem yuled ve lem yekun lehu kufuven ehed"de buyurdu ve sözünü kesti. Arkasından peygamberimiz "Evet Rabbim Allah öyledir, Rabbim Allah öyledir"dedi. Bu sözleri söyleyince Allah "Ey Muhammed, Rabbin için ruküa git" buyurdu. Peygamberimiz de rükua vardı. Allah ona rüku halindeyken "Subhane rabbiyel azim ve bihamdihi"de buyurdu. Peygamberimiz de bu cümleyi üç kere söyledi. Sonra Allah "Ey Muhammed, başını kaldır"buyurdu. Peygamberimiz de emredileni yaparak yüce Allah'ın önünde dimdik ayağa durdu. Arkasından Allah "Ey Muhammed, Rabbin için secdeye kapan" buyurdu. Peygamberimiz de secdeye kapandı. Allah ona "Subhane rabbiyel a'la ve bihamdihi"de buyurdu. O da emredileni yaparak bu cümleyi üç kere söyledi. Sonra "Ey Muhammed, doğrul otur" buyurdu. Başını kaldırıp oturunca Rabbinin yüceliğini hatırladı ve Rabbinden gelen bir emirle değil de kendiliğinden tekrar secdeye kapandı ve üç kere birinci secdedeki cümlesini okudu. Arkasından ona "ayağa kalk" buyurdu. O da ayağa kalktı. Fakat az önce gördüğü Rabbinin ululuğunu bu durumda göremedi. Allah "Ey Muhammed, oku, ilk rekatta yaptığın gibi yap" buyurdu. O da şöyle yaptı. Sonra bir kere secdeye gitti. Başını kaldırınca Rabbinin yüceliğini hatırlayarak ondan gelen emirle değil de kendiliğinden tekrar secdeye kapanarak ilk secdedeki tesbih cümlesini bir daha söyledi. Arkasından Allah ona "Allah seni sabit kılsın, kaldır başını ve şehadet et ki, Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın peygamberidir, kıyamet gününün geleceği şüphesizdir, Allah mezarlardaki ölüleri tekrar diriltecektir. Allah'ım İbrahim'i ve onun soyundan gelenlere de rahmet et. Allah'ım onun ümmetine yönelik şefaatini kabul et ve derecesini yükselt"de buyurdu. O da öyle yaptı. Arkasından Allah "Ey Muhammed, selam sana, nimetimle sana ibadet etme gücü verdim ve himayem ile seni peygamber ve sevgili edindim"diye cevap verdi. Allah'ın emrettiği namazda iki rekat ve iki secde vardı. Sana anlattığım gibi peygamberimizin her rekatta iki secde yapmasının sebebi Rabbinin yüceliği hatırlamasıdır. Bu uygulama yüzünden Allah'ta onu farz kıldı. Ravi diyor ki: İmama "Kurbanın olayım, Allah'ın kendisinden abdest almayı emrettiği Sad nedir?"dedim. "O arşın temel direklerinin birinden fışkıran ve hayat suyu diye anılan bir pınardır. "Sad ve öğüt içerikli Kur'an'a yemin olsun ki... "(Sad, 1) ayetinde kastedilen budur. Allah peygamberimize abdest almayı, okumayı ve namaz kılmayı emretti. Ben derim ki; Bu anlamda başka rivayetler vardır. Kafii adlı eserde kendi isnat zincirine dayanılarak verilen bilgiye göre Ali b. Ebu Hamza şöyle dedi: "Benim de yanlarında bulunduğum bir sırada Ebu Basir, İmam Sadık'a "Kurbanın olayım peygamberimiz kaç kere miraca çıkarıldı?"diye sordu. İmam ona şöyle cevap verdi: İki kere. Cebrail onu bir yerde durdurarak kendisine "Ey Muhammed, burada dur, öyle bir yerde duruyorsun ki, hiçbir melek ve hiçbir peygamber oraya varamadı. Çünkü rabbin salat halindedir". Peygamberimiz "onun salatı nasıldır?"dedi. Cebrail "O Sebuhun, kuddusun. Bu meleklerin ve Cebrail'in Rabbiyim, rahmetim gazabımı geçmiştir"buyurur. Bunun üzerine peygamberimiz "Rabbim, affını dilerim, affını dilerim"dedi. Peygamberimiz "O iki yay arası kadar, hatta daha yakın oldu" (Necm, 9) ayetinde tanımlanan yakınlıkta idi. Ebu Basir, imama "Kurbanın olayım, iki yay arası kadar, hatta ondan daha da yakın olmak ne demektir?"dedi. imam "Yayın kabzasından ucuna kadar olan uzaklık demektir." Onların arasında parıldayan bir perde var"dedi ve aklımda kaldığına göre o perde Zeberced'ten idi" dedi. Peygamberimiz iğne deliği kadar bir aralıktan Allah'ın dilediği kadarı ile azamet nuruna baktı. Ben derim ki: Bu rivayette sözü edilen Miraca iki kere çıkarıldığı iddiasını Necm suresinin başındaki ayetler teyit eder. Yine rivayette sözü edilen Allah'ın namazı da akla aykırı değildir. Çünkü namazın asıl anlamı eğilim göstermek, yönelmektir. Söylendiğine göre bu da Allah'tan rahmet ve kuldan duadır. Cebrail'in verdiği bilgiye göre Allah'ın namazında "Benim rahmetim gazabımı geçmiştir" buyurması söylediklerimizi teyit eder. Böyle olduğu için Cebrail peygamberimizi durdurduğu yerde durdurdu ve oraya kendisinden önce hiç kimsenin ayak basmadığını vurguladı. Çünkü bu şekilde tanımlanan bir yerin yarattıkları ile yaratıcı arasındaki ayırıcı sınır olması ve insanın varabileceği son kemal noktasını temsil etmesi gerekir ki, bu nokta ilahi rahmetin belirdiği ve geride kalanlara akıtıldığı bir sınır olması gerektirir ki, bu sebeple peygamberimiz bunu görsün diye orada durdurulmuştur. Mecme-ul Beyan'da yer verilen ve bu konudaki rivayetlerin özeti niteliğindeki bir rivayete göre peygamberimiz şöyle dedi: Ben Mekke'de iken Cebrail bana gelerek "Ey Muhammed kalk"dedi. Kalktım, onunla birlikte kapıya çıktım. Orada Cebrail ile birlikte Mikail'in ve İsrafil'in de geldiğini gördüm. Cebrail bana Burak'ı getirdi. Burak eşekten büyük ve katırdan küçük bir binek hayvanı idi. Yüzü insan yüzü, kuyruğu inek kuyruğu, yelesi at yelesi, ayakları deve ayağı gibi idi. Sırtında cennetten gelmiş bir eğer vardı. Oyluklarından çıkan iki kanadı vardı. Adımlarının boyu gözlerinin görebildiği yere kadar uzanıyordu. Cebrail "bin"dedi. Bende hayvana binerek Beyt'ul Mukaddes'e ulaştım. Peygamberimiz sözlerine şöyle devam etti: Beyt'ul Mukaddes'e vardığımda bir melekle karşılaştım. Gökten, aziz Rabbimin katından müjde ve kerem bağışı ile gelmişti. Beyt'ul Mukaddes'te namaz kıldım. Başka bazı rivayetlere göre "İbrahim bir gurup peygamberler arasında bana müjde verdi"dedi ve Musa ile İsa peygamberlerden söz etti. Sonra Cebrail elimden tutup beni bir kayanın üzerine çıkarıp oturttu. Orada göğe çıkan öyle bir merdiven gördüm ki, onun gibi güzelini daha önce hiç görmemiştim. Sonra dünya göğüne çıkıp oradaki olağan üstülükleri ve şaşırtıcı olayları gördüm. Oradaki melekler bana selam veriyorlardı. Sonra Cebrail beni ikinci göğe çıkardı. Orada Meryem oğlu İsa ile Zekeriyya oğlu Yahya'yı gördüm. Sonra beni üçüncü göğe çıkardı. Orada Yusuf'u gördüm. Sonra beni dördüncü göğe çıkardı. Orada İdris'i gördüm. Sonra beni beşinci göğe çıkardı. Orada Harun'u gördüm. Sonra beni altıncı göğe çıkardı. Sonra beni yedinci göğe çıkardı. Orada yaratıklar ve melekler gördüm. Ebu Hureyre'nin rivayetine göre altıncı gökte Musa'yı ve yedinci gökte İbrahim'i gördüm." Sonra yedinci göğe geçerek ala illiyyuna çıktık... Sonra Rabbim benimle konuştu ve ben de onunla konuştum. Cenneti ve cehennemi gördüm. Arşı, Sidret'ul Munteha'yı gördüm. Sonra Mekke'ye döndüm. Sabah olunca olup bitenleri insanlara anlattım. Ebu Cehil ile müşrikler beni yalanladılar. Mutim b. Adiy "Sen iki aylık yolu bir saatte kat ettiğini mi iddia ediyorsun? Şehadet ederim ki, sen yalan söylüyorsun"dedi. Ravilerin dediklerine göre Kureyş'liler "Bize neler gördüklerini anlat"dediler. Peygamberimiz "Falan kabilenin kervanı ile karşılaştım. Develerini kaybetmişler, onu arıyorlardı. Yüreklerinde su dolu bir tulum vardı. Ondan su içtim ve sonra ağzını örttüm. Onlara maşrabada su bulmadıklarını sorun"dedim. Kureyşliler "Bu bir belirtidir"dediler. Peygamberimiz ayrıca filan kabilenin kervanı ile karşılaştım. Falancanın devesi kaçmış ve ön ayağını kırmıştı. Onlara bunu sorun"dedi. Kureyşliler "Bu da başka bir belirti"dediler. Sonra "Bize bizim kervanımız hakkında bilgi ver"dediler. Peygamberimiz ona "Tenim denen yerde gördüm"dedikten sonra kervanın yüklerin ve şekli hakkında açıklama yaparak "Kervanın önünde boz bir d eve yürüyor, sırtında iki fezare taşıyor, güneş doğarken onu görebilirsiniz"dedi. Kureyşlilere "Bu da üçüncü belirti"dediler. Arkasında çöle doğru yürüdüler. Yolda giderken "Muhammed kendisi ile aramızda açık bir hüküm verdi"dediler. Oturmuşlar, güneşin ne zaman doğacağını ve onu ne zaman yalanlayacaklarını bekliyorlardı. İçlerinden biri "Güneş doğdu"dedi. Başka birisi "Vallahi işte o deve göründü. Kervanın başında boz deve yürüyor"dedi. Söyleyecek söz bulamadılar, ama yine de iman etmediler. Ayyaşi tefsirinde Hişam b. Hakem'e dayanılarak verilen bilgiye göre İmam Sadık (s.a) şöyle dedi: Peygamberimiz miraca götürüldüğü gece hem yatsı namazını hem sabah namazını Mekke'de kılmıştı. Ben derim ki: Bir başka rivayete göre peygamberimiz akşam namazını Kâbe'de kıldıktan sonra yola çıkarıldı. Bu iki rivayet arasında çelişki yoktur. Akşam veya yatsı namazını Mekke'de kılmış olması ile beş vakit namazın Miraç gecesi gökte farz edilmiş olması arasında da çelişki yoktur. Çünkü ilke olarak farz edilmesi Miraç gecesinden öncedir. Fakat rekat sayısı elli değildi. Fakat rivayetler, peygamberimizin peygamber oluşundan itibaren namaz kıldığına delalet eder. Nitekim Alak suresinde "Namaz kılarken bir kulu men edeni gördün mü?" (Alak, 9) buyuruluyor. Rivayete göre peygamberimiz çağrısını açıklamasından bir süre önce İmam Ali ve Hz. Hatice ile birlikte Kâbe'de namaz kılıyordu. Kafii adlı eserde Amiri'ye dayanılarak verilen bilgiye göre İmam Ebu Cafer şöyle dedi: Peygamberimiz Miraç gecesi dönüşünde ikişer rekat kılınmak üzere on rekat namaz emri ile indi. Fakat Hasan ve Hüseyin doğunca Allah'a şükür olarak bu on rekata yedi rekat daha ekledi ve yüce Allah da bu ilaveyi uygun gördü. Sabah namazına ilave yapmadı. Çünkü bu namaz da gece melekleri ile gündüz melekleri hazır bulunuyorlar. Allah yolculukta namazları kısaltmasını emredince ümmetinin yükümlülüğünden yedi rekat düşürdü. Fakat akşam namazını olduğu kadar, yani indirimsiz olarak bıraktı. Sehiv secdesi sadece peygamberimizin sonradan ilave ettiği rekatlarda gereklidir. Yoksa farzın aslı olan ilk iki rekatta şüpheye düşen kişi o iki rekatı yeniden kılmalıdır. Saduk'un, fakih adlı eserde kendi isnat zinciri ile verdiği bilgiye göre Said b. Museyyeb, imam Ali b. Hüseyin'e günümüzdeki şekli ile ne zaman farz edildiğini sordu. İmam bu soruya şu cevabı verdi: Medine'de çağrı üstünlük sağlayınca, İslâm güçlenince ve Müslümanlara cihat emredilince farz kılındı. Peygamberimiz öğle farzına iki rekat, ikindi farzına iki rekat, akşam farzına bir rekat, yatsı farzına iki rekat olmak üzere beş vaktin fazlarına yedi rekat ekledi. Fakat sabah farzını Mekke'de farz edildiği gibi bıraktı. Durrul Mansur adlı eserinde Ahmed'den, Nesei'den, Bezzaz'dan, Taberani'den, İbn-i Merduye'den, Beyhaki'nin Delail adlı eserinden nakledilerek verilen bilgiye göre İbn-i Abbas şöyle dedi: Peygamberimiz dedi ki: Miraca çıkarıldığım gece bir ara burnuma güzel bir koku geldi. "Ey Cebrail, bu güzel koku nedir?" dedim. Bana şu cevabı verdi: Bu firavunun ve çocuklarının berberinin kokusudur. O kadın firavunun kızının saçını tararken tarak elinden düşünce "Bismillah" dedi. Firavun'un kızı "Babamı mı kast ediyorsun?" dedi. Berber kadın "Hayır, benim, senin babanın Rabbimizi kast ediyorum" dedi. Kız "senin babamdan başka bir rabbin mi var?" dedi. Kadın "Evet" dedi. Kız "Bunu babama haber vereyim mi?" dedi. Kadın "Evet"dedi. Kızın haber vermesi üzerine Firavun kadını çağırarak "Senin benden başka bir rabbin mi var?"dedi. Kadın "Evet, o benim ve senin Rabbin olan gökteki Allah'tır"dedi. Bunun üzerine Firavun bakır bir inek heykeli getirilmesini emretti. Heykel ateşte eritildi. Arkasından kadının ve çocuklarının o eriyen bakırın içine atılmalarını emretti. Kadın Firavun'a "senden bir isteğim var"dedi. Firavun "nedir o?" dedi. Kadın "Benim ve çocuklarımın kemiklerini bir araya getirip toprağa vermeni istiyorum" dedi. Firavun "İstediğini kabul ediyorum. Çünkü senin üzerimizde hakkın var" dedi. Arkasından teker teker bakır eriğinin içine attılar. Sıra meme çağındaki çocuğuna gelince çocuk "Feryad etme ve geri gitme, anacığım, çünkü sen doğru yoldasın" dedi. Arkasından kadın çocuğu ile birlikte bakır eriğine atıldı. Dört kimse var ki, bunlar çok küçükken konuştular: Bu çocuk, Yusuf peygamberin şahidi, Cureyh'in arkadaşı ve İsa peygamber. Yazar diyor ki: Bu rivayet başka bir kanaldan İbn-i Abbas'tan, Ubeyy b. Kaab'tan peygamberimize dayandırılarak nakledilmiştir. Yine aynı eserde İbn-i Merduye'nin Enes'e dayanarak verdiği bilgiye göre Peygamberimiz şöyle dedi: Miraca çıkarıldığım gece ateşten makaslarla dudaklarını kesen bir gurup insan ile karşılaştım. Kesilen dudaklar bir süre sonra eski şehitlerine dönüyordu. "Ey Cebrail, bunlar kim?" dedim. Bunlar ümmetimin söylediklerini yapmayan hatipleridir" dedi. Yazar diyor ki: Amelleri sonuçları ve onlar için hazırlanan azaplarla tasvir eden bu berzah dönemine ait somut örneklere Miraç ile ilgili rivayetlerde çok rastlanır. Rivayetler arasında bunların bir bölümünü daha önce görmüştük. Bilesin ki, Miraç ile ilgili aktardığımız rivayetler bu konudaki rivayetlerin çok azıdır. Bunlar sayıca çoktur ve tevatür derecesine varmışlardır. Çok sayıda sahabi tarafından rivayet edilmişlerdir ki, başlıcaları şunlardır: Enes b. Malik, Şeddad b. Evs, Ali b. Ebu Talip, Ebu Said Hudri, Ebu Hureyre, Abdullah b. Mesut, Ömer b. Hattab, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Ubeyy b. Kaab, Semure b. Cendeb, Bureyde, Suheyb, İbn-i Sinan, Huzeyfe b. Yeman, Sehl b. Saad, Ebu Eyyub Ensari, Cabir b. Abdullah, Ebu Hamza, Ebu Hamza, Ebu Derda, Urve, Ummu Hani, Ummu Seleme, Aişe, Esma binti Ebu Bekr. Bunların hepsi verdikleri bilgileri peygamberinize dayandırmışlardır. Ayrıca bu rivayetleri bir çok Şii raviler Ehlibeyt imamlarından nakletmişlerdir. Sözü önem verilmeye değer İslâm alimleri Miraç olayının Mekke döneminde, hicretten önce meydana geldiği hususunda ortak görüşe sahiptirler. Nitekim "Kulu Muhammedi bir gece Mescid-i Haram'dan yola çıkaran... Allah noksanlıklardan münezzehtir" ayetinden çıkan sonuç budur. Bunun yanı sıra bir çok rivayetlerde yer alan peygamberimizin bu olayı o gecenin sabahında Kureyşlilere haber verdiği ve onların buna inanmaya yanaşmadıkları, peygamberimizin onlara Mescid-i Aksa'nın kaç sütunu olduğu, yolda karşılaştığı kervan gibi ayrıntılar da bunu kanıtlar. Fakat hangi yıl Miraca çıktığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kimi peygamber oluşunun ikinci yılında Miraca çıktığını ileri sürüyor. Mesela İbn-i Abbas bu görüştedir. Kimi bu olayın peygamberliğinin üçüncü yılında gerçekleştiğini söylüyor. Mesela Heraiz adlı eserde verilen bilgiye göre İmam Ali bu görüştedir. Kimi olayın peygamberliği izleyen beşinci veya altıncı yıllarda meydana geldiğini savunuyor. Kimi olayın peygamberlikten on yıl üç ay sonra gerçekleştiğini söylüyor. Kimi peygamberlikten on iki yıl sonra olduğunu ileri sürüyor. Kimi de hicretten önce bir yıl beş ay önce, kimi bir yıl üç ay önce, kimi de altı ay önce meydana geldiği görüşündedir. Bu tarihi incelemeye dalmak, miraç olayının meydana geldiği ayı ve günü irdelemek bizi ilgilendirmiyor. Ayrıca bu konuda dayanılacak sağlam bir delil de yoktur. Fakat Ehlibeyt kanallarından gelen ve Miraç olayının iki defa gerçekleştiğini açıkça belirten bilgiye dikkat çekmek istiyoruz. Nitekim Necm suresinin ayetlerinden anlaşılan budur. Nitekim o ayetlerin birinde "Onu Sidret'ul Munteha'nın yanında bir defa daha görmüştü" (Necm, 14) buyuruyordu ki, bu ayetin tefsiri sırasında bu hususta geniş bilgi vereceğiz. Buna göre peygamberimizin bazı rivayetlerde anlattığı olağan üstünlüklerin ilk Miraçta, başka bazı rivayetlerde gördüğünü anlattığı bazı olağanüstü ikinci miraçta ve bazılarının her iki miraçta olabilir. İslâm alimleri Miraç yolculuğunun nereden başladığı konusunda da farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimine göre bu yolculuk Ebu Talip geçidinden başlamıştır. Kimine göre yolculuğun başlangıç noktası Ümmü Hani'nin evidir ki, bazı rivayetlerde bu ihtimali kanıtlıyor. Alimler "Kulunu Mescid-i Haram'dan yola çıkardı" ifadesindeki Mescid-i Haram'ı mecazi anlamda kabul ederek onu Harem'in bütünü olarak yorumlamışlardır ki, bu taktirde bu deyim Mekke'nin bütününü kapsamına alır. Kimine göre de yolculuğun başlangıç noktası Mescid-i Haram'ın kendisidir. Çünkü ayette açıkça söylenen budur ve bunun tevil edilmesini gerektiren bir delil yoktur. Ayrıca Miraç olayının iki defa gerçekleştiği yolundaki uyarımızı göz önüne almadığında ilk yolculuğun Mescid-i Haram'dan ve ikincisinin Ümmü Hani'nin evinden başlamış olması da mümkündür. Bu yolculuğun Ebu Talib'in geçidinden başlamış olması ihtimaline gelince bu ihtimalin söz konusu edildiği rivayetlerde Ebu Talib'in o gece boyunca peygamberimizi aradığı, Mescid-i Haram'da Haşimi kabilesi ile birlikte toplantı düzenlediği, kılıcını çekip peygamberimizi bulamadığı taktirde Kureyşlilere yönelik tehditlerde bulunduğu, arkasından peygamberimiz gökten inip Haşimilerin yanına geldiği ve Kureyşlilere gördüklerini haber verdiği anlatılıyor ki, bütün bunlar peygamberimizin ve Haşimilerin Ebu Talip geçidinde bulundukları günlerde maruz bulundukları baskılarla ve sıkıntılarla bağdaşmıyor. Her ne ise "Kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan yola çıkararak Mescid-i Aksa'ya ulaştıran Allah noksanlıklardan münezzehtir"ayetinin haber verdiği ve varış noktası Beyt'ul Mukaddes olan gece yolculuğun başlangıç noktası Mescid-i Haram'dır. Çünkü ayet bunu açıkça belirtiyor ve bunun tevilini gerektirecek bir delil yoktur. Ayrıca miracın mahiyeti hakkındaki görüşler de farklıdır. Bazılarına göre peygamberimiz önce Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya ve oradan göklere ruhu ve cesedi ile gitmiştir. Çoğunluğunun görüşü budur. Bazılarına göre ruhu ve cesedi ile Mekke'den Beyt'ul Mukaddes'e kadar gitmiş ve oradan göklere sadece ruhu ile çıkmıştır. Alimlerin bir bölümü bu görüşü savunur. Bazılarına göre ise bu ruh ile gerçekleşen bir yolculuk ve Allah'ın peygamberimize gördürdüğü bir sadık rüyadır. Alimlerin azınlıkta kalan bir bölümü bu görüştedir. Menakib adlı eserde şöyle deniyor: Miraç hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hariciler miracı inkar ederler. Cehmiyye mezhebinin savunucuları peygamberimizin miraca cismi ile değil, ruhu ile rüya yolu ile çıktığını söylüyorlar. İmamiler, Zeydiler ve Mutezile mezhebinin mensupları "Mescid-i Aksa'ya ulaştıran" ifadesine dayanarak peygamberimizin Beyt'ul Mukaddes'e kadar cismi ile ruhu ile gittiğini savunurlar. Başkaları da peygamberimizin göklere cismi ve ruhu ile çıktığı görüşündedirler. Bu görüş İbn-i Abbas'tan, İbn-i Mesuttan, Cabir'den, Huzeyfe'den, Enes'ten, Aişe'den ve Ümmü Hani'den rivayet edilmiştir. Biz delil gösterildiği taktirde bunu inkar etmiyoruz. Yüce Allah "Sen Tur dağının yanında dediğin" ayetinde belirtildiği üzere Musa peygamberin Miracını Tura kadar çıkarırken "Böylece İbrahim'e gösterdik..." ayetinde belirtildiği üzere İbrahim peygamberi dünya göğüne kadar çıkardı, "Allah onu kendine yükseltti" ayetinde belirtildiği üzere dördüncü göğe çıkardı, "Onu yüksek bir yere çıkardır" ayetinde belirtildiği üzere İdris peygamberi cennete çıkardı. "İki yay arası kadar yakın oldu" ayetinde belirtildiği üzere de peygamberimizi hiç kimsenin varamadığı yakınlığa çıkardı. Bu ayrıcalık onun derecesinin yüksekliğinden kaynaklanmış çünkü bu olay Kur'an'da açıkça ifade edildiği gibi peygamberden ve Ehlibeyt imamlarından gelen mütevatir rivayetlerde de teyit ediliyor. İsra olayının nasıl olduğuna gelince bu ayetin zahiri ve rivayetlerdeki açık karineler, onun Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar cesedi ile ruhu ile götürdüğünü reddetmeye imkan tanımaz. Göklere çıkışına gelince sırası gelince tefsirlerinde belirteceğimiz üzere Necm suresindeki ayetler ile çok sayıdaki rivayetlerin açık anlamları bunu da gerçekleştiğini kanıtlar. Buna göre göklere çıkarılmanın özünü inkar etmek mümkün değildir. Yalnız göğe çıkarılmanın onun ruhu ile gerçekleştiği söylenebilir. Yalnız bazılarının dedikleri gibi onun bir tür hayal görme ve insanların gördüğü rüya gibi bir olay olduğu ileri sürülmez. Öyle olsaydı bu olayın ayetlerin vurguladıkları gibi bir güç ve keramet gösterisi olarak tanıtılması anlamsız olurdu. Ayrıca öyle olsaydı peygamberimizin olayı Kureyşlilere anlatması üzerine onların bu kadar şiddetli bir inkar tepkisi göstermeleri de sebepsiz olurdu. Bunların yanı sıra eğer öyle olsaydı peygamberimizin yolda karşılaştığı olaylar hakkında Kureyşlilere bilgi vermesinin makul bir gerekçesi olmazdı. Buna göre Miracın ruhla olması demek, peygamberimizin ruhu ile şu maddi alemin ötesine çıkması demektir. O alem ki, keremli meleklerin barınağı, amellerin varış yeri ve kaderlerin çıkış yeridir. O sırada orada Rabbinin en büyük mucizelerinden bazılarını gördü. Nesnelerin gerçeklikleri ve amellerin sonuçları karşısında örnekleşti. Peygamberlerin ruhlarını görüp onlarla konuştu. Melerlerle karşılaşıp onlarda sohbet etti. Ancak arş perdeler ve sizler gibi örneklerle tanımlanabilen ilahi ayetlerin bazılarını gördü. Konuyu inceleyen alimler ise maddi var oluşun asıl olduğu ve maddi olmayan var oluşun sadece Allah'a mahsus olduğu görüşüne yatkındırlar. Bu kimseler baktılar ki, Kur'an'da ve sünnette soyut şeyler somut şeylerin özellikleri ile örneklendiriyor. Melekler, Arş, Kürsi, Levh, Kalem, perdeler ve sisler gibi. Bunu görünce bu soyut şeylerin algılama ile bağlantısı olmayan ve madde hükümlerin haklarında geçerli olmadığı maddi cisimler oldukları yorumuna vardılar. Bunun yanı sıra salihlerin makamları, yakınlık yükselişleri, günah şekillerinin iç yüzleri, amellerin sonuçları ve bunların benzeri olan örneklemeleri de bir tür benzetmeler ve istiareler oldukları yorumunu benimsediler. Böylece safsata çıkmazına düştüler. Çünkü olayın yanılmışlığına, ameller ile sonuçları arasındaki bağlantının keyfi olduğuna ve daha bir çok sakıncalı faraziyeleri kabul etmek durumunda kaldılar. Bundan dolayı bu alimlerin içindeki göklere miracın peygamberimizin cismi ile olduğunu reddeden kimseler bu olayın uykuda ve rüyada gerçekleştiğini söylemek zorunda kaldılar. Çünkü onlara göre rüya, maddi ruhun maddi olan bir özelliğidir. Bundan dolayı ayetleri ve rivayetleri bunların bir tek tanesi ile bile bağdaşmayan anlamlarla tevil ettiler.

“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me' vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre' yi Allah' ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)

  Ayetlerin Tefsiri:

 Necm suresinin ana gayesi, rab olarak yüce Allah’ın birliği, ahiret ve peygamberlik üçlüsünü hatırlatmaktır. Açıklamaya peygamberlikle başlanıyor, Hz. Peygambere (s) vahiy geldiği doğrulanıyor ve bu vahyin gelişi tasvir ediliyor. Sonra Allah'ın birliği meselesi ele alınıyor, çok net ifadelerle putların ve Allah’a ortak koşulan düzmece tanrıların ilahlıkları olumsuzlanıyor. Ardından yaratılış ve yönetim işlerinin Allah’a ait olduğu, diriltme, öldürme, güldürme, ağlatma, zengin kılma, yaratma, helak etme, azaba uğratma, davet etme ve korkutma gibi yönetsel faaliyetlerin Onun tekelinde bulunduğu vurgulanıyor. Açıklama ahirete yönelik bir işaretle ve secde ve ibadete dair bir emirle son buluyor. Necm suresi Mekke döneminde inmiştir. Ayetlerinin akışı bunun tanığıdır. Surenin bazı ayetlerinin ya da tümünün Medine’de nazil olduğuna dair görüşlere itibar etmemek gerekir. Bir görüşe göre, Necm suresi, Hz. Peygamberin (s), mümin, müşrik herkese açıkça okuduğu ilk suredir. Surenin anahtar ayetleri de şunlardır: “Ve şüphesiz son varış rabbinedir.” “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” Yukarıda sunduğumuz ayetler, surenin üç ana bölümünden ilkidir. Bu bölümün içerdiği ayetlerde Hz. Peygambere (s) vahyin geldiği tasdik ediliyor ve bu gelişin nitelikleri gözler önüne seriliyor. Ancak ehlibeyt imamlarından (a) rivayet edilen (müstefiz derecesindeki) çok sayıdaki hadiste bu ayetlerde güdülen amacın, her türlü vahyin niteliklerinin açıklanması olmadığı, bilakis, yüce Allah’ın miraç gecesi peygamberine (s) aktardığı sözlü vahyin niteliğini açıklamak olduğu belirtiliyor. Bu açıdan ayetlerin, aynı zamanda miraç kıssasını da kapsadıklarını, zımnen ifade ettiklerini söyleyebiliriz. Ayetlerin zahirinin, bu tür rivayetleri belli ölçüde desteklediklerini de söyleyebiliriz. Bazı rivayetlerde yer alan sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla İbni Abbas, Enes, Ebu Said el-Hudri gibi bazı sahabeler de ayetlerden bu sonucu çıkarmışlardır. Müfessirler, ayetlerin içerdikleri kelime ve cümlelerin açıklaması hususunda birbirlerinden farklı açıklamalara yer vermiş olsalar da bu ayetlerin miraç kıssasını içerdiği noktasında görüş birliği içinde olmuşlardır. “Battığı zaman yıldıza andolsun ki…” Ayetin zahiri gösteriyor ki, en-Necm (yıldız) kelimesi mutlak olarak parlak gök cismi anlamındadır. Nitekim yüce Allah Kur’anda yarattığı birçok varlığa yemin etmiştir. Bunlar arasında güneş, ay, diğer gezegenler gibi gök cisimleri de vardır. Buna göre yıldızın batması kast edilmiştir. Bazı müfessirlere göre ayette geçen en-Necm’den maksat, Kur’andır. Çünkü Kur’an, bölüm bölüm (en-Nücum) inmiştir. Kimine göre, Süreyya yıldızı, kimine göre Şi’ra yıldızı anlamındadır. Bazıları, bundan maksat, cinlerden şeytanlara atılan alevdir. Araplar bu aleve de necm derlerdi. Batmak şeklinde tercüme ettiğimiz el-Heva kelimesinin bu görüşlerin her birine uygun düşecek bir anlamı vardır. Ancak ayetin lafzı, bu anlamların hiçbirine uygun değildir. “Arkadaşınız sapmadı ve batıla inanmadı.” ed-Dalal, doğru yoldan çıkmak, sapmak demektir. El-Gayy, gerçeğe uygunluk anlamında doğruya aykırı hareket etmek anlamındadır. Ragıp el-İsfahani şöyle der: Bozuk inançtan kaynaklanan cehalet demektir. Çünkü insanın cehaleti, doğru ya da yanlış bir inanca bağlı olmayışından kaynaklandığı gibi, bozuk bir inanca bağlı olmasından da kaynaklanabilir. Bu ikinci kısım cehalete Araplar el-Gayy derler. Yüce Allah: “arkadaşınız sapmadı ve batıla inanmadı.” Buyurmuştur. Ayette geçen arkadaşınız ifadesinden maksat da Hz. Peygamberdir (s). Ayetin anlamı şöyledir: Arkadaşınız Hz. Peygamber (s), istenen amaca ulaştırıcı yoldan sapmadı ve inancından ve görüşünde de yanılmadı. Buna göre ayetin verdiği mesaj şudur: Hz. Peygamber (s) amacında, yani insanların mutluluğu sonucunu doğuran Allah’a kulluk hedefinde ve insanı bu sonuca götüren yol hususunda bir yanlışlık işlemedi. “O, arzusuna göre de konuşmaz. O vahyedilenden başkası değildir.” El-Heva, nefsin arzusu ve görüşü demektir. Konuşma kelimesi mutlak olarak kullanılmış ve bu mutlaklığıyla olumsuzlanmaya konu olmuştur. Bu da, Hz. Peygamberin (s) bütün konuşmaları bağlamında heva ve hevesin olumsuzlanmasını gerektirir. Fakat hitap müşriklere yönelik olduğu, onlar da Hz. Peygamberin (s) çağrısını ve kendilerine okuduğu Kur’anı kast ederek onun Allah adına yalan uyduran bir müfteri olduğunu ileri sürdükleri için, bağlamın da bir karine olarak ortaya koyduğu gibi kast edilen anlam şudur: Hz. Peygamber (s) sizi Allah’a davet ederken ve size Kur’anı okurken kendi hevasından ve arzusu doğrultusunda biçimlenen görüşlerine göre konuşmaz. Bilakis, onun sözleri, Allah tarafından kendisine iletilen vahiyden başka bir şey değildir. “Onu güçlü kuvvetli biri öğretti.” “onu öğretti…”ifadesindeki zamir Hz. Peygambere (s) veya vahiy olarak Kur'ana ya da mutlak olarak vahye dönüktür. Her halu karda “onu öğretti..” ifadesinin diğer bir mefulu mahzuftur ve takdiri açılımı da şöyledir: Peygambere vahyi öğretti veya Kur’anı ve vahyi ona öğretti… Güçlü kuvvetli biri derken- bazılarının da söylediği gibi- Cebrail kast ediliyor. Nitekim yüce Allah Kur’anda onu bu şekilde vasf etmiştir: “…güçlü ve arşın sahibi katında itibarlı…” (Tekvir, 20) Bazılarına göre de, bundan maksat yüce Allah’tır. “Üstün yaratılışlı… asıl şekliyle doğruldu.” El-Mirre, şiddet, akıl ve görüş sağlamlığı demektir. Ya da bir tür uğrama anlamındadır. Ayette geçen el-Mirre kelimesi, yukarıda işaret ettiğimiz her üç anlamda da yorumlanmış ve bununla Cebrail’in kast edildiği söylenmiştir. Dolayısıyla ayetin anlamı şöyledir:Cebrail, Allah katında şiddetlidir ya da akıl ve görüş sağlamlığına sahiptir yahut, havada iken peygambere (s) bir şekilde uğramaktadır. Bazılarına göre, bundan maksat Hz. Peygamberdir (s). Dolayısıyla Hz. Peygamber (s) Allah katında şiddetli bir konuma sahiptir ya da akıl ve görüş sağlamlığına sahiptir. Yahut göğe yükseliş gibi bir tür uğrayışı vardır. “Asıl şekliyle doğruldu…” Doğruldu veya istila etti. Fail konumundaki zamir Cebraile dönüktür. Kast edilen anlam da şudur: Cebrail, yaratıldığı asıl şekliyle doğruldu. Rivayetlerde belirtildiğine göre Cebrail, Hz. Peygambere (s) değişik suretlerde inerdi. Ona iki kere asıl şekliyle görünmüştür. Ya da kast edilen anlam şudur: Cebrail, o şiddetli gücüyle kendisine tevdi edilen göreve hakim oldu. Eğer ayetteki zamiri Hz. Peygambere (s) dönük kabul edersek, bu durumda, Peygamberin (s) doğrulduğu ve yerleştiği anlamını elde ederiz. “En yüksek ufukta iken…” el-Ufk, taraf, yön demektir. Bazılarına göre, en yüksek ufuktan maksat, göğün doğu tarafıdır. Çünkü hava bazında değil, ama yeryüzü bazında göğün doğu tarafı batı tarafından daha yüksektir. Bunun da ne kadar isabetli olduğunu görüyorsunuz. Ayetin zahiri gösteriyor ki, bundan maksat, doğu ufku olmasının ötesinde göğün en yüksek ufkudur. Ayetin orijinalindeki “o” zamiri Cebraile veya Hz. Peygambere (s) dönüktür. Cümle “doğruldu.”fiilindeki zamire yönelik haldir. “Sonra yaklaştı, derken daha da yaklaştı.” Ed-Dunuv, yaklaşmak et-Tedella, bir şeye asılmak demektir. Bu, çok yaklaşmaktan kinaye olarak kullanılır. Bazılarına göre, ed-Delv, kökünden türemiştir ve aşağıya doğru sarkmak anlamına gelir. Eğer her iki zamir de Cebraile dönükse, o zaman kast edilen şu olur: Sonra Cebrail yaklaştı ve Hz. Peygamberi (s) göğe yükseltmek için ona asıldı. Bazıları şöyle demişlerdir: Sonra Cebrail en yüksek ufuktan aşağıya doğru sarktı ve onu göğe yükseltmek için peygambere (s) yaklaştı. Şayet her iki zamir peygambere (s) dönükse, o takdirde ayetin anlamı şöyle olur: Sonra Hz. Peygamber (s) Allah’a yaklaştı ve ardından daha da yaklaştı. “ O kadar ki iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.” El-Mecma adlı eserde şöyle deniyor: el-Qab, el-Qeyb, el-Qad ve el-Qeyd kelimeleri bir şeyin miktarı anlamına gelirler.” El-Qews kelimesi ise ok fırlatma aleti yay demektir. Bazılarının söylediğine göre Hicaz lehçesinde el-Qews, zira anlamına gelir. Buna göre ayetin anlamı şöyledir: Aradaki mesafe iki yay ve ya iki zira kadar veya bundan daha yakın oldu. Bazılarına göre el-Qab, yayın kabzası ile ok fırlatma yeri arasındaki mesafe demektir. Dolayısıyla ifadede kalb sanatı uygulanmıştır. Buna göre anlam şöyledir: Yayın iki kabzası ile ok fırlatma yerleri kadar yakın oldu… buna şöyle itiraz edilmiştir: Yayın iki kabzası ve atma yeri ile iki yay kadar ifadesi arasında anlam itibariyle bir fark olmadığı için ifadede kalb sanatının uygulandığını söylememizi gerektiren bir durum yoktur. “ Bunun üzerine kuluna vahyini bildirdi.” Ayetin orijinalinde iki yerde geçen “evha”fiilindeki zamirler, önceki zamirlerin Cebraile dönük olması ihtimalini esas alırsak, ona dönüktürler ve kast edilen anlam da şudur: Cebrail, Allah’ın kuluna-Hz. Peygambere (s)- vahyini bildirdi… Bazıları, daha önce adı zikredilmemiş olmasına rağmen, zamirin yüce Allah’a dönük olmasının sakıncası yoktur. Çünkü bu zamirin yüce Allah’a dönük olduğu gayet açıktır. Ya da ayetteki her üç zamir de yüce Allah’a dönüktür ve anlam da şöyledir:Allah Cebrail aracılığıyla kuluna vahyini bildirdi… yahut birinci zamir Cebraile, ikinci ve üçüncü zamir de Allah’a dönüktür ve kast edilen anlam da şudur: Cebrail, Allah’ın kendisine vahyettiğini Allah’ın kuluna vahyetti. Önceki zamirlerin Hz. Peygambere (s) dönük olmasını esas alırsak bu takdirde tefsirini sunduğumuz üç zamir de yüce Allah’a dönük olur ve şöyle bir anlam elde etmiş oluruz: Allah, kuluna vahyini bildirdi. Yukarıdaki anlamlara göre bu anlam zihne daha yakındır. Çünkü önceki anlamlar, doğru da olsalar, sağlam dil zevkine uymuyorlar. “Gördüğünü kalbi yalanlamadı…” el-Kizb, doğrunun karşıtı, yani yalan demektir.Araplar: Kezebe fulanun fi hadisihi=Falan adam yalan söyledi. Yine Araplar: Kezebehu’l Hadis=Ona yalan söyledi, derler. Böylece fiile iki mefula birden geçiş yaptırırlar. Yalan (el-Kizb) dilin telafuz ettiği söz ve kelimeler için kullanıldığı gibi, duyu organlarının yanılması anlamında da kullanılır. Araplar: Kezebethu aynuhu= Gözleri ona yalan söyledi, yani yanlış gördü, derler. Kalbin, yalan söylememesi, yalanlamaması bu anlamdadır. Burada “kezebe”fiili geçişsiz de kabul edilebilir. Bu durumda cümlenin takdiri açılımı şöyle olur: Kalp gördükleri hususunda yalan söylemedi. Yahut, iki mefula birden geçiş yapmıştır. Bu durumda da takdiri açılımı şöyle olur: Peygamberin (s) kalbi, gördükleri hususunda yalan söylemedi. Yani peygamberin (s) kalbinin gördükleri doğrudur. Bu durumda ayette geçen kalpten maksat, Hz. Peygamberin (s) kalbidir. “Gördüğünü…”ifadesinde fail konumunda olan zamir de kalbe dönüktür ve görmeden maksat da onun görmesidir. Göz aracılığıyla müşahede etme anlamına gelen görme fiilini kalbe isnat etmenin yadsınacak bir tarafı yoktur. Çünkü insanın maddi duyularının ötesinde gözlemsel bir algılayışı, içsel gücünden kaynaklanan bir tahayyül etmesi ve düşünerek algılaması söz konusudur. Nitekim bizler kendi iç dünyamızı gözlemlediğimiz zaman, bir takım şeyler gördüğümüze tanık oluruz, ama bu, gözle görmek değildir, görme organı olan göz aracılığıyla algılama değildir. Düşünce gücümüzle bilmemiz de sayılmaz. Yine, kendimizi gözlemlediğimiz zaman, işittiğimizi, koku aldığımızı, tat aldığımızı, temas ederek algıladığımızı görürüz.hayal kurduğumuzu ve düşündüğümüzü de görürüz. Ama bu, göz aracılığıyla görmek veya zahiri ya da Batıni duyularla algılamak değildir.Dolayısıyla biz, sahip olduğumuz bu güç aracılığıyla, söz konusu güçlerimizin (duyularımızın) her birinin algıladıkları şeyleri gördüğümüz gibi, bunların her birinin algıladıkları şeyleri idrak edişlerini de görüyoruz. Ama bu, söz konusu güçlerle görmek değildir, bilakis ayette fuad (kalp) olarak ifade edilen kendimiz (nefis) aracılığıyla görmektir. Ayette, görmenin yüce Allah ile ilgili olduğuna, Hz. Peygamberin (s) Allah’ı gördüğüne delalet edecek bir ifade yoktur. Bilakis, görünen, en yüksek ufuk, yaklaşma, asılma ve vahyin iletilmesidir. Çünkü önceki ayetlerde bunlar anlatılmıştır ve bunlar yüce Allah’ın ayetleridir. Yüce Allah’ın bir diğer inişle ilgili olarak anlattıkları da bunu desteklemektedir: “Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” Kaldı ki, ayet, görmenin yüce Allah’la ilgili olduğuna delalet etse de, bunun da bir sakıncası olmazdı. Çünkü söz konusu olan kalbin görmesidir. Kalbin görmesi ise, cisimlerle ilgili olan gözün görmesinden farklıdır. Cisimlerle ilgili olan gözle görmenin Allah’la ilintilendirilmesi, yani Allah’ın gözle görülmesi imkansızdır. Araf suresi 143. ayeti tefsir ederken kalp ile görmenin anlamı üzerinde uzun uzun durmuştuk. Bir görüşe göre, “gördüğünü…”ifadesindeki zamir Hz. Peygambere (s) dönüktür ve kast edilen anlam da şudur: Hz. Peygamber (s) gözüyle gördüğü zaman, kalbi, seni bilmiyorum, demedi. Eğer deseydi, yalancı olurdu. Çünkü Hz. Peygamber (s) gözüyle gördüğü gibi kalbiyle de bildi. Bu açıklamanın özü, Hz. Peygamberin (s) kalbi, gözünün gördüğünü doğruladı, şeklindedir. Bir diğer görüşe göre, kast edilen anlam şudur: Kalbi, gözlerinin gördüğünü yalanlamadı, aksine doğruladı ve inandı. “ma kezzebe” şeklindeki kıraat de bu anlamı desteklemektedir. Bu değerlendirmelere ilişkin cevabımız şudur: Ayetlerin akışından, yüce Allah’ın, Hz. Peygamberin (s) kendisine vahiy geldiğine ve Allah’ın en büyük ayetlerini gördüğüne dair sözlerini desteklediği, pekiştirdiği anlaşılmaktadır. Eğer “gördüğünü…” ifadesindeki zamir Hz. Peygambere (s) dönük olsaydı, ayetin anlamının özü, Hz.Peygamberin (s) kalbiyle inandığı inandığı şeyi gördüğünün doğrulanması şeklinde olurdu. Ki bu, Kur’anın ifade tarzına uzak bir anlamdır. Buna karşılık “gördüğünü…”ifadesindeki zamir kalbe dönük olsaydı, bu takdirde anlamın özü, yüce Allah’ın, Hz. Peygamberin (s) kalbinin gördüğünü doğrulaması şeklinde belirginleşirdi. Bu takdirde de açıklama, “arkadaşınız sapmadı ve batıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. O vahyedilenden başkası değildir.”ifadesiyle başlayan akışın bir uzantısı olurdu. Eğer desen ki: Yüce Allah, sonraki ayette “Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?”buyurarak, peygamberin (s) iddialarının doğruluğunun kanıtı olarak gördüklerini gösteriyor. Dolayısıyla, gözleriyle gördüklerinin doğruluğunun kanıtı olarak da kalbinin inanmasını neden göstermesin? Buna cevap olarak derim ki: “Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?”ifadesi, peygamberin (s) gördüklerini, doğruluğunun kanıtı olarak sunmaya yönelik değildir. Bilakis, müşriklerin, peygamberin gördüğü ve gözlemlediği bir işle ilgili olarak peygamberle (s) tartışmalarını ayıplamaya yöneliktir. Tartışma ve mücadele-şayet bu değerlendirme sahih ise- ancak teorik görüşler ve düşünsel inançlarla ilgili olur. Fakat gözle görülen ve somut olarak müşahede edilen şeylerle ilgili olarak tartışmanın, mücadele etmenin bir anlamı olmaz. Hz. Peygamber (s) de onlara bizzat gördüğü bir şeyi haber veriyordu, bir düşünceyi, bir fikri değil. “Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?” soru, ayıplama, kınama amaçlıdır. Hitap da müşriklere yöneliktir. Zamir, Hz. Peygambere (s) dönüktür. El-mumare, tartışmada ısrarcı olma demektir. Ayetin anlamı şöyledir: Şimdi siz peygamberin gözleriyle görüp iddia ettiğinin, size haber verdiğinin tam tersi olan bir şeyi benimsemesi için onunla tartışma hususunda ısrar mı ediyorsunuz? “Andolsun onu, bir defa daha görmüştü.” En-Nezle, bir kere iniş anlamında bir kalıptır. Bir inme anlamına gelir. Ayet gösteriyor ki, bu, başka bir iniş esnasındaki görme ile ilgili bir kıssadır ve önceki ayetlerde anlatılan da diğer bir inişi esnasındaki görme ile ilgilidir. Müfessirler demişlerdir ki: “onu görmüştü…”ifadesinde gizli bulunan fail konumundaki zamir Hz. Peygambere (s), meful konumundaki zamir de Cebraile dönüktür.Buna göre, burada sözü edilen iniş, Cebrail’in (a) peygamberi (s) göklere yükseltme için gerçekleştirdiği iniştir. “Sidretu’l Münteha’nın yanında.” İfadesi, inişle değil, görmeyle ilintili zarftır. Görmesinden maksat da, Cebraili asli suretiyle görmesidir. Buna göre kast edilen anlam şudur:Cebrail ona (s) bir defa daha indi, onu göklere yükseltti. Sidretu’l münteha’nın yanında asli suretiyle ona göründü. Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan meful konumundaki zamirin yüce Allah’a döndürülmesinin doğru olduğu da anlaşılıyor. Bu durumda görmekten maksat, kalp ile görmektir. Bir defa daha inmekten maksat da, Hz. Peygamberin (s), göğe yükselişi sırasında sidretu’l münteha’ya inmesidir. Bundan da şu sonuç çıkıyor: Hz. Peygamber (s)miraç esnasında sidretu’l münteha’ya bir defa daha inmiş ve ilk inişinde gördüğü gibi, yüce Allah’ı kalbiyle bir defa daha görmüş. “Sidretu’l Münteha’nın yanında… Cennetu’l me’va da onun yanındadır. Sidreyi kaplayan kaplamıştı.” Es-Sidr, bir ağaç türünün adıdır. Sonuna bitişen “ta” harfi ise tek olduğunu göstermeye yöneliktir.el-Münteha-öyle anlaşılıyor ki-, yer isimdir. Bundan maksat da göklerin son noktası olsa gerektir. Bunun kanıtı da cennetin onun yanında olmasıdır. Cennetinse gökte olduğunu biliyoruz. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “Semada rızkınız ve size vaat edilen başka şeyler vardır.” (Zariyat, 22) Kur’anda bu ağacı açıklayıcı, tanımlayıcı bir ifade yoktur. Sanki kapalı kalması, bilinmemesi tercih edilmiş gibi. Nitekim hemen sonrasında yer alan “Sidreyi kaplayan kaplamıştı.”ifadesi de bunu desteklemektedir. Rivayetlerde, bunun, yedinci kat göğün üstünde bulunan bir ağaç olduğu ve Adem oğullarının işlediği amellerin buraya geldiği şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. Bu rivayetlerin bazına ileride yer vereceğiz. “Cennetu’l Me’va da onun yanındadır.” Müminlerin sığındığı cennet, demektir. Bununla ahiretteki cennet kast ediliyor. Çünkü berzah alemindeki cennet daha erken bahşedilen ve kıyamet günü yeniden dirilişe kadar geçerli olan bir ödüldür. Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “…onlar için varıp kalacakları cennet konakları vardır.” (Secde, 19) Bir yerde de şöyle buyuruyor: “Her şeyi alt üst eden o büyük felaket geldiği vakit…. Şüphesiz cennet yegane barınaktır.” (Naziat, 34-41) Bu cennet de aşağıdaki ayetten anlaşıldığı kadarıyla göktedir: “ Semada rızkınız ve size vaat edilen başka şeyler vardır.” (Zariyat, 22) Bazıları, bununla berzah alemindeki cennetin kast edildiğini söylemişlerdir. “Sidreyi kaplayan kaplamıştı.”el-Ğişyan, bir şeyi kuşatmak, ihata etmek demektir. İfadenin orijinalindeki “ma” ismi mevsul konumundadır. Ayetin anlamı ise şöyledir: Sidreyi kuşatan kuşattığı, kapladığı zaman… Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, yüce Allah sidreyi kaplayan şeyi kapalı tutuyor, kim olduğunu açıklamıyor. “Gözü kaymadı ve sınırını aşmadı.”ez-Zeyğ, doğrudan sapma, bir yana kayma demektir. Et-Tuğyan, davranış ve amelde sınırı aşmak anlamına gelir.Gözün kayması ise, görülen şeyi olduğu gibi, gerçek şekliyle görmemesi anlamındadır. Gözün sınırı aşması ise, gerçekliği olmayan şeyi algılamasıdır. Göz derken, Hz. Peygamberin (s) gözü kast ediliyor. Buna göre ayetin anlamı şöyledir: Hz. Peygamber (s), gördüğünü, gerçek niteliği dışında bir evsafta görmedi ve gerçekliği olmayan bir şey de görmedi. Bilakis, ne gördüyse görüşünde yanılmaksızın gördü. Görmeden maksat, görme organı gözle değil, kalbiyle görmesidir. Çünkü bu görme ile, şu ifadede kast edilen görmeye işaret ediliyor: “Andolsun onu, bir defa daha görmüştü.”…Bu da, söz konusu görme ile “Gördüğünü kalbi yalanlamadı. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?”ifadesinde işaret edilen görmenin benzer mahiyetlerde olduklarını gösteriyor. Bunu iyice anlayın ve sakın aklınızdan çıkarmayın. “Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” Ayetin orijinalinde geçen “min” harfi cerri, bütünden parça anlamını kazandırmaya yöneliktir ve ayetin anlamı da şöyledir:Yemin olsun, rabbinin en büyük ayetlerinden bazısını gördü. Böylece rabbini kalbiyle görmesi tamamlandı. Çünkü Hz. Peygamberin (s) Allah’ı kalbiyle müşahede etmesi, ancak Allah’a delalet eden ayetlerini gözlemlemesi şeklinde gerçekleşmiştir. Çünkü ayet, bir şeye yönelik işaret olması hasebiyle işaret sahibinden, işaret edilenden başkasını göstermez, anlatmaz. İşaret, ayet, kendisini göstermez. Aksi takdirde bu açıdan bir ayet, bir işaret kabul edilmez. Ayet, işaret aracılığı olmaksızın, arada bir perde bulunmaksızın yüce Allah’ın zatını görmeye gelince, böyle bir şey imkansızdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Onların ilmi ise Onu kapsayamaz.” (Taha, 110) …………..

AYETLERİN RİVAYETLER IŞIĞINDA İNCELENİŞİ

Tefsiru’l Kummi’de “Battığı zaman yıldıza andolsun…”ifadesiyle ilgili olarak şöyle deniyor: Ayette geçen yıldızdan maksat, resulullahtır (s). “Battığı zaman” ifadesiyle de resulullahın (s) gece vakti miraç çıkması, yani göğe yükseltilmesi kast ediliyor. Ben derim ki: Adı geçen müellif, Hz. Peygamberin (s) “yıldız” olarak adlandırılmasına dair hadisi, babasından, o Hüseyin b. Halidden, o da İmam Rıza’dan (a) rivayet etmiştir. Bu açıklama Kur’anın Batıni açıklamasının kapsamına girer. El-Kafi adlı eserde el-Kummi’den, o babasından, o Umeyr’den, o da Muhammed b. Müslim’den şöyle rivayet eder: İmam Bakır’a (a) “Bürüdüğü zaman geceye…” “ Battığı zaman yıldıza…” gibi ifadelerin anlamını sordum. Buyurdu ki: Allah, yarattığı varlıklardan dilediğine yemin eder. Ama Allah’ın kulları, Ondan başkasının adına yemin edemezler. Ben derim ki: el-Fakih adlı eserde, Ali b. Mehziyar aracılığıyla Ebu Cafer (es-Sani)-a-‘den benzedi bir hadis rivayet edilir. El-Mecma adlı eserde şöyle deniyor:Ehli sünnet kaynaklarında İmam Cafer es-Sadık’ın (a) şöyle dediği rivayet edilir:Hz. Muhammed (s)miraç gecesi yedinci gökten indi. Sure de nazil olunca , Ebu Leheb’in oğlu bunu haber aldı. Derhal resulullahın (s) yanına gelerek kızını boşadı ve yüzüne tükürdü ve şöyle dedi: Ben yıldızı da yıldızın rabbini de inkar ediyorum. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s) ona beddua etti ve dedi ki: Allah’ım, köpeklerinden bir köpeği ona musallat et. Bir gün Utbe Şam’a gitmek üzere yola çıktı. Bir yerde konakladı. Allah içine bir korku saldı. Arkadaşlarına dedi ki: Geceleyin beni aranızda uyutun. Arkadaşları dediğini yaptılar. O sırada bir aslan geldi ve hepsinin içinde onu kapıp parçaladı. Ben derim ki: Sonra Tabersi şair Hassan’ın bununla ilgili şiirine yer verir. Aynı kıssa ed-Durru’l Mensur adlı eserde değişik kanallardan rivayet edilir. El-Kafi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyleHişam, Hammad ve başkalarından şöyle rivayet eder:İmam Sadık’ın (a) şöyle dediğini duyduk: Benim sözüm babamın sözüdür, babamın sözü dedemin sözüdür, dedemin sözü Hüseyin’in sözüdür, Hüseyin’in sözü Hasan’ın sözüdür, Hasan’ın sözü Emirülmümininin sözüdür, Emirülmümininin sözü Resulullahın (s) sözüdür, Resulullahın (s) sözü de Allah’ın sözüdür. Tefsiru’l Kummi’de müellif kendi rivayet zinciriyle İbni Sinan’dan şöyle rivayet eder:İmam Sadık (a) şöyle buyurdu: Hz. Peygamber (s) mahlukat içinde Allah’a en yakın kimsedir.İsra gecesi öyle bir mekana geldi ki, Cebrail ona şöyle demişti: Öne geç, ey Muhammed! Sen şu anda öyle bir yere ayak basıyorsun ki, ne yaklaştırılmış bir melek ne de gönderilmiş bir peygamber ayak basmıştır. Eğer ruhu ve nefsi bu yerden olmasaydı, oraya ulaşmaya güç yetiremezdi. Onunla yüce Allah birbirlerine şu ayette işaret edildiği gibi yakın olmuşlardı: “İki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.” Yani, iki yay arasından daha da yakın oldu Allah’a. El-İhticac adlı eserde belirtildiğine göre Ali b. Hüseyin (a) uzun bir hadisin kapsamında şöyle demiştir: Ben, göğe yükselen ve sidretu’l müntehayı aşan, rabbiyle arasında iki yaya arası kadar, hatta daha da az mesafe kalan resulullahın oğluyum. Ben derim ki: Bu anlamda bir çok rivayet ehlibeyt imamlarından aktarılmıştır. Ed-Durru’l mensur adlı eserde belirtildiğine göre, İbni Münzir ve İbni Mürdeveyhi, Ebu Said el-Hudri’den şöyle rivayet etmişlerdir: Hz. Peygamber (s) geceleyin miraca götürüldüğü zaman, rabbine yaklaştırıldı. Arada iki yay arası kadar, hatta daha da az bir mesafe vardı. Yayın, kirişe ne kadar yakın olduğunu görmüyor musunuz? El-Mecma adlı eserde şöyle deniyor: Enes’ten merfu olarak şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah efendimiz (s): “O kadar ki, iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.”ifadesiyle ilgili olarak buyurdu ki: İki zira kadar hatta iki zira’dan daha yakın. Tefsiru’l Kummi’de: “Kuluna vahyini bildirdi.” İfadesiyle ilgili olarak şu açıklamaya yer verilir: Burada sözlü vahiy kast edilmiştir. Et-Tevhid adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed b. Fudayl’den şöyle rivayet eder:Ebu’l Hasan’a (a) sordum, Resulullah (s) rabbini gördü mü?diye. Buyurdu ki: Evet, dedi, rabbini kalbiyle gördü. Yüce Allah’ın “Gördüğünü kalbi yalanlamadı.”dediğini duymadın mı?Peygamber (s) rabbini gözle değil, kalbiyle görmüştür. Ed-Durru’l Mensur adlı eserde belirtildiğine göre Abd b. Hamid, İbni Münzir ve İbni Ebu Hatem, Muhammed b. Ka’b el-Kurezi’den, o da resulullahın (s) ashabının bazısından şöyle rivayet eder: Dediler ki: ya Resulallah! Rabbini gördün mü? Buyurdu ki: Onu gözümle görmedim, fakat kalbimle gördüm-bunu iki kere tekrarladı-. Sonra şu ayeti okudu: “Sonra yaklaştı, derken daha da yaklaştı.” Ben derim ki: ed-Durru’l Mensur adlı eserde belirtildiğine göre, Nesai bu anlamda bir rivayeti Ebu Zer’den aktarmıştır. Bu rivayetin lafzı ise şöyledir: Resulullah (s) rabbini kalbiyle gördü, onu gözüyle görmedi. Müslim ve Tirmizide ibni Mürdeveyhinin Ebu Zer’den şöyle rivayet ettiği belirtiliyor: Resulullaha (s), rabbini gördün mü?diye sordum. Buyurdu ki: nurani bir varlık gördüm. (Ya da nurani bir varlığı mı göreceğim?) Ben derim ki: Nurani kelimesi, nur kelimesinden türemiş ismi mensuptur (nura mensup anlamına gelir). Cisme nispetle cismani denildiği gibi. “Nuraniyyun erahu” ifadesi “Nurun inni erahu” (gördüğüm bir nurdur)şeklinde de okunmuştur. Bunun bir tashih hatası olduğu açıktır. Gerçi, bu tarz bir okuyuştan çıkan anlamı destekleyen başka bir rivayet, Müslim sahihinde İbni Mürdeveyhi kanalıyla Ebu Zer’den rivayet edilmiştir ve bu rivayette şöyle denmiştir: Ebu Zer, Resulullaha (s), rabbini gördün mü? Diye sordu. Resulullah (s) ona şu cevabı verdi: Bir nur gördüm. Her halu karda görmekten maksat, kalp ile görmektir, maddi görme organı göz ile değil ve nurdan maksat da maddi ışık değildir. El-Kafi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Safvan b. Yahya’dan şöyle rivayet eder: Muhaddis Ebu Kara, Ebu’l Hasan’ın (a) yanına girmesi için benim kendisinden izin almamı istedi. Ben de onun için izin istedim. İmam bana izin verdi. Ebu Kara imamın yanına girdi ve ona helal, haram ve ahkamla ilgili bir takım sorular sordu…. Sonra Ebu Karra şöyle dedi: Yüce Allah: “ önceden bir defa daha görmüştü.”buyuruyor. Ebu’l hasan (a) şöyle dedi: Bu ayetten sonra, peygamberin (s) neyi gördüğüne delalet eden bir ayet vardır. Orada deniyor ki: “Gördüğünü kalbi yalanlamadı.” Diyor ki: Muhammedin (s) kalbi, gözününün gördüğünü yalanlamadı. Sonra neyi gördüğünü haber veriyor: “Andolsun o, rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” Allah’ın ayetleri Allah değildir. Ben derim ki: İmamın (a) sözlerinin zahiri, Ebu Karra’nın görüşlerine cevap vermek maksadına yönelik olduğunu gösteriyor. Çünkü Hz. Peygamberin (s) Allah’ı maddi gözlerle gördüğünü kanıtlamaya çalışıyordu. İmam da peygamberin (s) gördüğünün ayetler olduğunu ve ayetlerin Allah demek olmadığını söyleyerek ona susturucu bir cevap veriyor. İmamın bu açıklaması ile, ayetler Allah olmasalar da Allah’ı gösteren işaretler olmaları hasebiyle ayetlerini görmenin Onu görmek olması arasında bir çelişki yoktur. Bu görme de, bu anlamı içeren bir çok rivayette işaret edildiği gibi kalp ile gerçekleşen bir görmedir. Tefsiru’l Kummi’de şöyle deniyor: Bana babam anlattı, on Ebu Umeyr anlatmış, o Hişam’dan duymuş ki, İmam Sadık (a) şöyle demiştir: Resulullah (s) şöyle buyurmuştur: Sidretu’l Münteha’ya vardığım zaman, bu ağacın bir yaprağının ümmetler içinde bir ümmeti gölgelediğini gördüm. O zaman rabbime iki yay arasındaki mesafe kadar, hatta daha da yakındım. Ed-Durru’l Mensur adlı eserde belirtildiğine göre Ahmed ve İbni Cerir, Enes’ten şöyle rivayet etmişlerdir: Resulullah (s) buyurdu ki: Sidre’ye vardığım zaman, gördüm ki meyveleri çekirge gibi çoktur. Yaprakları fil kulağı gibiydi.Allah’ın emri uyarınca onu kaplayan kapladığı zaman, yakut ve zümrüt gibi şeylere dönüştü. Tefsiru’l Kummi’de müellif kendi rivayet zinciriyle İsmail el-Cu’fi’den rivayet eder ki, İmam Bakır (a) uzun bir hadisin kapsamında şöyle buyurmuştur:Resulullah (s) sidretu’l Münteha’ya vardırılınca, Cebrail geri durdu. Resulullah (s) dedi ki: böyle bir yerde beni yalnız mı bırakıyorsun? Cebrail dedi ki: Sen yola devam et. Allah’a yemin ederim ki, sen öyle bir yere geldin ki, senden önce hiçbir Allah kulu buraya kadar gelmemişti. Derken orada rabbimin nurunu gördüm. Sonra rabbimle aramıza Allah’ın celala/Allah’ın münezzehliği (es-sibhe) girdi. Ravi der ki: İmama (a) sordum: Sana feda olayım. Es-Sibhe nedir? Yüzüyle yeri ve eliyle de göğü göstererek şöyle dedi: Rabbimin celali. Rabbimin celali. Bunu üç kere tekrarladı. Ben derim ki: Rivayette de açıklandığı gibi, hadiste geçen es-sibhe celal anlamındadır. Bu kelimenin bir diğer anlamı da, yüce Allah’ın mahlukattan tenzih (tesbih) edilmesidir. Bu da netice olarak verdiğimiz ilik anlama dayanır. Rivayetin sonuç kısmından anlaşılıyor ki, Resulullahın (s) rabbini görmesi, Onun ayetlerini görmesi şeklinde olmuştur. Yine aynı eserde “Andolsun onu, sidretu’l münteha’nın yanında bir defa daha görmüştü.” İfadesiyle ilgili olarak, yedinci kat gökte görmüştü, şeklinde bir açıklamaya yer veriliyor. Aynı eserde “Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.”ifadesiyle ilgili olarak şu açıklamaya yer verilir: Allah ile Resulullah (s) arasındaki perde kaldırılınca sidre’yi bir nur kapladı. Ben derim ki: yukarıda işaret edilen anlamları içeren başka rivayetler de vardır. İsra suresinin tefsirine dair açıklamanın başlarında Hz. Peygamberin (s) miracına dair kıssayı kapsayan rivayetlere yer vermiştik. Orada, rivayetleri sunduktan sonra yaptığımız değerlendirmelerde, Hz. Peygamberin (s) miracının keyfiyeti hakkında ihtilaf olduğunu, bazılarının, uykuda gerçekleştiğini, bazılarının, uyanıkken gerçekleştiğini söylediğini, yine uyanıkken gerçekleştiğini söyleyenlerin de ihtilaf ettiklerini, kiminin, ruh ve beden birlikte olduğunu, kimininse sadece ruhla olduğunu ifade ettiğini söylemiştik. Yine el-Menakib yazarından şu açıklamaya da yer vermiştik: İmamiye mezhebi,Mescid-i Haram’dan mescid-i aksa’ya gerçekleştirilen isra yolculuğunun ruh ve bedenle birlikte olduğu, isra ayetinin buna delalet ettiği görüşündedir. Mescid-i aksa’dan göğe gerçekleşen miraç yolculuğuna gelince, bazıları bunun da ruh ve bedenle birlikte gerçekleştiği görüşündedir. Şianın büyük kısmı bu görüşe eğilimlidir. Bazıları ise, sadece ruhla gerçekleştiği düşüncesindedir. Bu görüşe de bazı son kuşak alimleri eğilim göstermiştir. Eğer ayetlerin ve bir çok rivayetin oluşturduğu karineler tarafından destekleniyorsa, böyle bir görüşü savunmanın herhangi bir sakıncası yoktur. Ancak o zaman “cennetu’l me’va da onun yanındadır.”ayetini berzah alemindeki cennetten söz ediyor olarak kabul etmemiz gerekir. Ta ki, cennetu’l me’va’nın onun yanında olmasının, bir tür ilintililik olarak yorumlanabilsin. Nitekim hadiste vurgulanmıştır: kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur… Ya da ayeti, göğe yükselişin ruh ile gerçekleştiğiyle çelişmeyecek şekilde yorumlamak gerekir. İsra’nın uykuda gerçekleştiğine dair görüşlere gelince, isra ayetini tefsir ederken, bu gibi yorumlara iltifat etmemek gerektiğini belirtmiştik. İsrayı göklerde gerçekleşmiş bir yolculuk olarak kabul etmek, yani peygamberimizin (s) gece vakti güneş sistemindeki yeryüzünün dışındaki gezegenlerde ve ya güneş sisteminin dışındaki gezegenlerde veya bizim galaksimizin dışındaki galaksilerde yolculuğa çıkarıldığına ilişkin yorumlara gelince, bunlar, kıssanın ayrıntılı açıklamalarını içeren haberlerle kesinlikle örtüşmemektedir. Daha doğrusu, önceki ayetlerin içeriklerinin özüyle de bağdaşmamaktadır.



4253 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam60
Toplam Ziyaret233868
HABER

KABİR ZİYARETİ

Yasi-i Şerif
AYYILDIZLI BAYRAĞIMIZ

Telefon Rehberi

 

saat
GOOGLE ARA
Google
İLLER ARASI MESAFE

Bilgileriniz sistemimize kaydedilmektedir.
SİTEYE DESTEK